BİR SEVGİLİYE

Ey aşkıyla Aşk'a aşık ettiren aşık, Ey sevgisiyle En Sevgili'yi sevdiren sevgili, Ey sıcak huzur

BAHARI GETİREN

Ey kalbimin ğöğü! Ey kalbimi kızıl bir sevdayla kuşatanım!

AYNADAKİ SEN

Oysa ne çok özlemiştim seni, bir bilsen yokluğundan utanırdın...

HEP BİR ARADA

Melekleri topladık diye tebessümle söylendi hep babacım...

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRMEZ OLDURUR

Kerem kendi suretini görmeden, sen artık aslına bürün demişler. Ferhat doğduğu gün, isim vermeden bu çocuk ne kadar şirin demişler.

31 Eki 2014

NAİF BİR KOMEDİ

Geçtiğimiz gün tiyatro sezonumuzu ''Lütfen Kızımla Evlenir misiniz? '' isimli oyunla açtık...
Giderken Biricik de ben de fazla bir şey beklemeyerek gittik nedense... Konusuna bakmıştık ama açıkçası bu kadar keyif vereceğini düşünmemiştik ama bitene kadar keyifle izlediğimiz, güldüğümüz bir oyun oldu.





Muzaffer İzgü'nün yazdığı oyunu, Mutlu Güney yönetmiş. Tükenmeyen enerjisiyle kızını evlendirmek için çabalayan, eşini yıllar önce kaybetmiş bir anne ve o anneye karşı tam bir inatla direnen  kızı...
Oyunun seyircide bu denli pozitif etki oluşturmasında oyuncuların büyük payı vardı elbette, hele ki tonton sevimli annenin... :) Oyunda anne kızın dans ettiği bir kısım vardı ki orada tonton sevimli anneye bayılacaksınız:) Oyuncuların hepsi çok iyiydi ama özellikle anne o kadar güzel oynadı ki oyunun sonunda da ayakta alkışlandı...







Fazla söze gerek yok gidip bizzat kendiniz görmelisiniz derim.Hafta sonu ailece ya da dostlarınızla birlikte gidebileceğiniz keyifli, naif bir komedi, kaçırmayın;)


Mutlu hafta sonları:)





22 Eki 2014

YÜREKLERİN EN ÇOK SUSADIĞI SEVGİ

O kadar güzel anlatmış ki Japon yazar sevgiyi, örneklerle irdeleyerek, ben keyifle okudum ve paylaşmak istedim sizlerle de.


Dünya'da sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor, Masumi Tayotome. "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?" diye soruyor.. Sonra anlatmaya başlıyor...

 "EĞER TÜRÜ SEVGİ'' Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmış yazar...Örnekler veriyor;

Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer basarili ve önemli bir kişi olursan,seni severim.
Eğer es olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.

Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur." diyor. Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi."Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi turudur bu" diyor yazar...

"Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır."
 

Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğin de, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. Ve maalesef en saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Fakat aslında insanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler...

"ÇÜNKÜ" TÜRÜ SEVGİ...




 Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor;
"Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey başardığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. "Örnek mi?..
"Seni seviyorum.Çünkü çok güzelsin/yakışıklısın!"
"Seni seviyorum.Çünkü o kadar popüler,o kadar zengin,o kadar ünlüsün ki.."
"Seni seviyorum.Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.."

Yazar,"Çünkü" türü sevginin, "Eğer" türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. "Eğer" turu sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir.



Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana... İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yasama, sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı. yeni gelen güzel kıza içerler. Üstü açık BMW 'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.

"O halde bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?"diye soruyor yazar. "Çünkü" türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı sebebi daha var...

Birincisi; "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz" korkusu. Tüm insanların en az iki yönü vardır. Biri dışa gösterdikleri. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği. "İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse" korkusu buradan doğar.

İkincisi de; "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.

Japonya'da bir kuru temizleme dükkanında çalışan dünya güzeli bir kızın yüzü, patlayan kazan yüzünden parçalanmış. Kız fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı, ayni kentte oturan anne ve babası, onu artık ziyarete bile itmemişler. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik Temsili üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Ve kız bir kaç ay sonra kahrından ölmüş.

Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu " Çünkü" türündendir ve bu tur sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür." diyor.

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?



 
***"RAĞMEN" TÜRÜ SEVGİ ; ***


Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için, "Eğer" turu sevgiden farklıdır bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını temel olarak almadığından, "Çünkü" turu sevgi de değildir bu.

Bu üçüncü tür sevgide, insan "bir şey olduğu için" değil, "bir şey olmasına rağmen" sevilir.
Güzelliğe bakar mısınız?. "Rağmen" turu sevgi..!

Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Yakışıklı ve zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.. Kişi dünyanın en çirkin, en sefil, en zavallı insani olabilir. Bunlara "rağmen" sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..

Burada insanin, iyi, çekici, basarili ya da zengin bir konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kotu huylarına ya da kotu geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor kişi.
Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur.'diyor." Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basari ye da ünden daha önemlidir."

"Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni "Rağmen" türü sevgiyi su anda yaşıyor olmanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz Toyotome;


"Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak ve mutlu edecek bu sevgiyi bulmak çok zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var ve başkalarına verecek kadar fazlası kimsede yok!.."
      

17 Eki 2014

MATRAKÇI NASUH


...
Aşk nedir söyle, kayboldum 
Belki bir düşte unutulmak 
Her sabah bir dev masalında 
uyanınca 
Hep çocuk kalmak kurtulmak 

...



 Hepinize mutlu hafta sonları! :)

Gezinirken internette, bilmediğim bir şahsa denk geldim.
Matrakçı Nasuh. Bilir miydiniz siz bilmem ama ben yeni öğrendim...
Oysa ki oldukça da önemli biriymiş.Osmanlı imparatorluğunun Leonarda da Vinci si demiş bir tarihçimiz


"Matrakçı Nasuh, Google Earth'ü icat eden adam.Asıl adı Nasuh Bin Karagöz.
Tarihçi, silahşor, hattat ve bir ressam olarak 16. yüzyılın en ilginç kişilerinden sayılan Matrakçı Nasuh, devşirme olarak küçük yaşta Osmanlı sarayına alındı ve Sultan II. Bayezid döneminin son yıllarında Enderun'da eğitim gördü. 

Kendi buluşu "matrak" adlı oyunla da tanındı. Nasuh'un Anadolu, Irak ve İran'ın batısında bulunan kentlerin ve yolların gösterildiği "Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han" adlı en ünlü eseri 88 sayfa metin, 107 sayfa minyatür, 25 minyatürlü metinden oluşuyor.  




Osmanlı coğrafyasını harita üzerinde resimlemiş. İstanbul'dan Tebriz'e, İran'a, Akdeniz'e ve Mısır'a uzanan yolların haritalarını ve bu yollardaki dağları, ovaları, kasaba ve şehirleri resmetmiştir. 

Mesela, Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han adlı eserinde, Irak seferinin menzillerini gösteren kitap, İstanbul'dan Bağdat ve Tebriz 'e olan güzergahın harita üzerinde resimlenmesidir. 

Onlarca harita düşünün, bunlar İstanbul'dan Bağdat'a kadar olan arazinin haritaları. Bunları yan yana koyun. İstanbul'dan çıktınız, Kastamonu, Amasya, Sivas, Erzurum gibi şehirlerden geçiyorsunuz ve harita üzerinde bu şehirleri noktacık değil birer resim olarak gördüğünüzü düşünün, işte böyle bir eser. 

Osmanlı'nın Akdeniz'deki topraklarını bütün Balkan yarımadasını, Ege kıyılarını, resimli harita haline getirmiş. Kaynakta, hem harita hem de şehrin bire bir resmini görüyoruz. Şehrin surlarını, kalelerini, kışlalarını, camilerini fotoğraf gibi gösteriyor. Bugün hala tarihçiler, şehir tarihçileri hatta belediyeler, Matrakçı Nasuh'un o şehri nasıl resmettiğine bakıyor. Yaptıkları, fotoğraf gibi bir minyatürdür."

MATRAKÇI DENİZCİLİKTE ÖNEMLİ ROL OYNADI

Matrakçı, denizcilikte hamle yapılan Kanuni Sultan Süleyman döneminin en önemli sanatçılarından birisi.

"Denizcilerin faaliyetlerinde haritaların yeri çok önemlidir. Deniz savaşlarında en büyük ganimetlerden biri karşı tarafın elindeki haritaları almaktır. Böylece bilgilerini, ne kadar geliştiklerini görebilirsiniz. Bu devirde Avrupa'da da haritacılık gelişmiştir. Portekizlilerin portolon denilen kıyı haritaları çok önemlidir. Matrakçı Nasuh, bu portolonları görmüş olmalı çünkü kıyı haritaları gibi birçok eser vermeye başladı. Bu ayrıca Matrakçı'nın yepyeni bir üslup ortaya çıkarmasına da sebep olmuştur. Aynı üslupta karaları, mevkileri gösteren resimler de yapmıştır Matrakçı. Bu denizcilik için çok önemlidir. Denizciler, bu haritalara baktıkları zaman şehri rahatça görür ve tanırlar. Matrakçı Nasuh, Türk resmine böyle bir resimleme usulünü getirmiştir, yepyeni bir tarihi mekan üslubunu yerleştirmiştir. Matrakçı'nın Menazilname adlı eseri 1534 yılında Kanuni'nin İran ve Irak'a yaptığı doğu seferinde ordunun konakladığı yerleri gösterir.

Yapıtlarını Topkapı Saray'ı müzesi kütüphanesi ve Süleymaniye kütüphanesinde bulmam mümkünmüş.

 Vefatının 450. yılı sebebiyle  Dolmabahçe Sarayı'nda, 4 Kasım'da büyük bir panel gerçekleştirilecekmiş..

2 Eki 2014

GEZİ GÜNLÜĞÜ; TRABZON



Geçen hafta sonu Trabzon'daydık... Aylar öncesinden indirimden alınmış biletimiz vardı. Havaların biraz yağışlı olduğu döneme denk gelsek de güzel geçti çok şükür... Fazla bir yerlere gitmeyi planlamadık vakit dar olunca. Git gel yollarda harcamamak adına az ve öz havasını alıp geldik:) Cumartesi akşama doğru Uzungöl'e vardık. Trabzon'dan 2 saate yakın yol gittikten sonra varabildik ancak... 

Varınca otobüsten inip de şöyle bir etrafımıza bakıp o kadar yeşili, ağacları, yemyeşil yüksekçe dağları, gölü, bir arada görünce kendimizden geçtik:)  Dört tarafı yemyeşil alanla çevrili dağların arasında kalmış saklı bir yerleşim yeri. Çok enteresan. Biz çok şirin ve de otantik bulduk. Zaten dışarı her çıkışımızda mis gibi havasıyla, göz alabildiğine yeşillikle, ağaçla ve heybetli dağlarla karşılaşıp bir oh çektik:) Tam ihtiyacımız olan istediğimiz ortam.


Bu fotoğrafı, anlaşıldığı üzere epeyce bir tepeden çektik, bayağı tırmandık yani Biricikle yukarılara doğru:) 
Güzel güzel dolaştık her bir yerini...Uzun uzun sakin sakin ve de göze hitap eden yürüyüşler için çok uygundu ve biz de öyle yaptık her fırsatta:) O kadar çok Arap turist vardı ki biz yabancı kaldık içlerinde:)) 


                                          Bakın bir parçacık minik bulutçuk var tepede :)



Akşamları da oldukça hareketliydi... Etrafta bir sürü hediyelik eşya satan dükkan, Mısır ve çubukta patates kızartması satan yerler vardı... 
Bisikletler de vardı kasalı kasasız:) Arap çocuklar o kasalı bisikletlerle epey eğlendiler kasalarına kardeşlerini oturtup gezintiye çıktılar:)

Yağmur yağmadı mı, tabii ki yağdı hatta yağmurda da gezdik ıslandık birazcık ama aldırmadık:) Neyse ki öyle sürekli yağmadı biraz yağıp biraz durdu... Bize gezecek yeterli vakti verdi yani:) Yağmurda içeri girip durunca hemen dışarı çıktık:)

Mıhlamamızı, kuymagımızı tereyağında balığımızı da yedik elbette:) Kuymağı pek sevdik :)



Bu güzel çiçekleri de gezerken denk gelip çektik hiç kaçar mı :) Biricik gösterdi baak çiçeklere diye, bakar bakmaz hemen küçük bi çığlık ve kolundan çekiştirmece hadi çek çek diye:))

 Pazartesi günü uçak aksam geç saatlerdeydi.Biz de üniversiteden yakın arkadaşım Cansu'yla buluştuk, Trabzon'daydı kendisi. Gitmeden önce buluşur gezeriz birlikte diye konuşmuştuk O' da eşi ve minik bebeğiyle birlikte karşıladı bizi:) Biz gidene kadar deli dolu yağmur yağmış ama biz vardığımızda şansımızdan ortalık günlül güneşlikti:)) 

Sağolsunlar bize vakit ayırıp, küçük tatlı mı tatlı şirin bebeklerine rağmen gezdirdiler.. Sümela manastırına da götürdüler:) O ne yükseklik ve o ne manzara... Yani o manzaranın yanında manastır pek de ilgi çekici gelmiyor:) Girmeseymişiz de olurmuş dedik. Zaten esas manzarayı gören yerlerini de tadilata almışlar. Öyle hızlıca bi bakıp çıktık çünkü dışarıda izlenmeye değer çok daha güzel manzaralar vardı:) O yükseklikten o manzara muhteşemdi evet.... Bir yandan su sesi  görkemli ağaçlar ve büyüleyen yeşillik orman ve gökyüzü hepsi bir arada gibiydi... Fazla manzara fotoğrafı çekmemişiz  bu sefer kendimiz çekilmekten:)

Şu manzaranın güzelliğine baakın... Dikkaat ederseniz manastırı da görebilirsiniz sol tarafta.

Bu da yol kenarında bir yerdi hoşumuza gitti...
Zigana taraflarında yemeğin üstüne meşhur Hamsiköy sütlaçlarından da yedik:) Sahiden çok yumuşacık bir tadı vardı. Farklı yani. Akşam olunca da evlerinde ağırladılar bizi sağolsunlar. Bir güzel çayımızı içip sohbetimizi edip bebişi izledik vaktimiz dolana kadar...

Böylelikle gezimizi bitirmiş, Trabzon'daki vaktimizin sonuna gelmiş olduk. Dikkatimizi çeken bir şey oldu, Trabzon'da dağların en tepelerinde bile evler vardı. O kadar ilginç geldi ki bize:) O kadar yükseğe nerden çıktınız da yerleştiniz. Hele Zigana da öyle köyler vardı ki yemyeşil dağlarda dağınık dağınık evler. Hiç o kadar güzel yeşilliğin ortasında bir yerleşim yeri görmemiştim.

Böyle işte. Her şeyiyle birlikte güzel vakit geçirdik.

Bayrama kalmış sayılı günler:) 
Cuma günü inşallah Aydın'a yolcuyuz biz. Bütün kardeşler toplanıyor oh oh:) 
Şimdiden hepinize musmutlu güzel bayramlar diliyorum:)