BİR SEVGİLİYE

Ey aşkıyla Aşk'a aşık ettiren aşık, Ey sevgisiyle En Sevgili'yi sevdiren sevgili, Ey sıcak huzur

BAHARI GETİREN

Ey kalbimin ğöğü! Ey kalbimi kızıl bir sevdayla kuşatanım!

AYNADAKİ SEN

Oysa ne çok özlemiştim seni, bir bilsen yokluğundan utanırdın...

HEP BİR ARADA

Melekleri topladık diye tebessümle söylendi hep babacım...

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRMEZ OLDURUR

Kerem kendi suretini görmeden, sen artık aslına bürün demişler. Ferhat doğduğu gün, isim vermeden bu çocuk ne kadar şirin demişler.

29 Kas 2016

UYKU HALİ

Uykusu geliyor ya hani. Anlıyoruz uyumak istiyor huzursuz.
Alıyor Biricik dizine uyutmak için, akşamları genelde babası uyutuyor yani, seve seve elbette:)

Zeynep hanım ilk etapta hala huzursuz mızmızlanıyor. Hafifçe sallamaya başlıyor, yine tık yok.

Veee işte sihirli dokunuş geliyor; nasıl ki onun için söylediğimiz ninnisine başlıyorsa, anında hemen kafa ya sağa ya sola çevriliyor ve gözler gidiyor:)) Tabii bu dediğim çok uykusu varsa, bütün uyanık kalma limitini doldurmuşsa geçerli. Allah'ım çok güzel çok tatlı bir an o. Uyurken ayrı bir güzel. Çok şükür.

Ninni dediysem de aslında tamamen bizim uydurduğumuz üç beş sevgi sözcüğünü belli bir melodiyle yan yana getirdiğimiz bir tür şey... Çok güzelsin be kızım aşkım, öyle tatlı hallerin var ki Zeynep'im içimiz kıpır kıpır kaynıyor sana. 
Çok seviyoruz seni çok, Rabbimin melek kulu, masum kulu.
İki gün sonra 6 aylık oluyoruz inşallah..

22 Kas 2016

KAĞIT EV

Bu kadar da olur mu, e olur olmuş işte, elleri dert görmesinnn(!!!)...
Sanki aynı evin içinde farklı odalardaymışız gibi. Yan dairenin mutfağı bizim oturduğumuz odayla yan yana denk geliyor.

Sesleniyor içeri , çay mı kahve mi içersiniz diye, ben buradan çaayy diyorum:D
Sonra türkü mırıldanıyorlar mecbur dinliyorsun. Adamın değil de kadının sesi sahiden güzelmiş pek güzel söyledi dün:))

Yemek yaparken yemeği karıştırdığı kaşığı vuruyor tencerenin kenarına , onu duyuyorum. Tabakları yerleştiriyor, duyuyorum...

Bir gün, arka taraftayız biz, bir ses geldi, Allahh dedik noluyor koştuk, bizim mutfaktan geldi sandık şangır şungur, yok yan tarafmış.

Dün, Zeynep uyuyor ben de bir şeylerle oyalanıyorum. Yine bir ses geldi ödüm koptu, Zeynep uykusunda korktu o da sıçradı...

Üst komşuyla tanışmadan önce  bütün çocuklarının ismini biliyordum duyduğumdan:))

Alt komşuların kavgalarına defalarca  şahit olmuşuzdur... Bıktım artık usandım bitirdin beni diyordu adam kadına.Bir keresinde kadın kapıyı kilitleyip anahtarı aldı adam delirdi aç şu kapıyı gideceğim diye diye. Nereden mi biliyorum duyuyoruz efendim duyuyoruz... Şimdilerde yoklar herhalde. Yoksa evde oldukları zaman, hafta sonları insan uyumaz mı ya, ya da uyanır uyanmaz nasıl başarırlar ki kavga etmeyi, sabah kahvaltısı niyetine sabah 8 buçuk dokuz da başlıyorlardı...

Gizlisi saklısı mahremi nerede insanın ya hu. Azıcık daha kıyıp malzemeye adamakıllı evler yapsalarmış keşke... Buradan müteahhiti anıyoruz, sevgiyle değil tabii... Bir şeyler yapmalı bu duvarlara diyor Biricik...

10 Kas 2016

TANIMIYORUM Kİ SENİ!

 
Kendi halinde sakin bir sokaktayım. Bir anda kendimi eski eşyalarla dolu, küçük bir dükkanda buluyorum. Derinden gelen bir nağme, çeviriyorum başımı, eski bir radyo; aynı dedemin radyosu, üzeri tozlu. Takılı kalıyor gözlerim üç beş saniye. Öyle huzurlu, öyle sakin hissediyor ruhum.

Dükkanın sahibi, saçı sakalı  ak, güler yüzlü bir dede; selamlıyor başıyla beni hafiften,  gülümsüyorum ben de.
 
Elinde taze demli bir çay, kokusu buram buram, buharı üstünde.  Hiç kelam etmeden sessizce bakınıp , aynı sessiz selam ve tebessüm eşliğinde çıkıyorum dükkandan. Yürüyorum, yürüyorum, dönüyorum köşe başından, ne hoş yollar; eski taşlı yollardan. Az ileride sarı bir yağmur; heybetli bir ağaç yapraklarını döküyor, gözüm ona takılıyor bu sefer de.
 
Sonra bir anda ne olduğunu anlayamadan koşmaya başlıyorum o gürültü kıyametle. Var gücümle koşuyorum, çantam düşüyor, bir an bile duraksamadan devam ediyorum.

Sesler giderek artıyor, ben nefes nefese, kendi nefesimi hatta nefes alamayışımın sesini dinlediğim bir anda yanımda koşan biri daha beliriyor. 
Tanımıyorum.

Kolumdan çekiştiriyor beni hızlıca. Hemen az ileride aralık bırakılmış tahta kapılı eski bir ev. Kaçışanlar çoğalıyor, hayal meyal görüyorum.

Kapıya yaklaşıyoruz. Tam içeri adım atacakken öyle bir ses delip geçiyor ki kulaklarımı...Bir kurşunun keskin rüzgarıyla ürperiyor tüm bedenim. Oracıkta kalakalıyorum. Hissetmiyorum bedenimi.  Kolumda bir el, ittiriyor beni. Zoraki bir adımla içerideyim.

Sonra o el kayboluyor, dönüyorum arkamı, kan var göğsünde, yere yığılıyor... Gözlerinde acı ve tebessüm karışık. Derinden hissediyorum acısını kalbimde; balyoz gibi inen bir yumru. Boğazım düğüm düğüm, yutkunamıyorum, gözümdeki yaşlar benden bağımsız halde, durduramıyorum. Öylesine acıyor içim... Tanımıyorum ki seni! tanımıyorum... Sen kimsin, kimsin ki sen!!??
 
Derken bir ağlama sesiyle irkiliyorum. Zeynebim ağlıyor. Boğazımda bir ağrı, göğsümde taze bir acı sanki, etkisindeyim hala rüyanın.

8 Kas 2016

SANAL MI GERÇEK Mİ?

Image result for sosyal medya
 
Sosyal medyada bulunmadığım için hiç pişman olmadığım doğrudur. Tek var olan hesabım işte bu blogtur, yaşasın !:) Ben burada mutluyum.
 
Hiç Facebook hesabı açmadım mesela. Ne İnstagram ne de Twitter. Kendimi öyle zorla tutmuş, acı çekmiş de değilim yani uzak dururken:)) Gayet de memnunum halimden.

Şimdiye kadar da bir eksikliğini hissetmedim açıkçası. İnsanların her halini; yerken, içerken, otururken, zıplarken, hoplarken vs görmemek eksiklik olmadı bende.
Sanatsal fotoğrafları, emek harcanarak çekilmiş fotoğrafları hariç tutuyorum, onlara lafım yok tabii.
 
Arkadaşlarını falan buluyorsun iyi hoş da, sonrası derin bir boşluk. Laf olsun diye iki muhabbet ediliyor gerisi sessizlik. Ardından deli gibi her fotoğrafa bak bak dur amaç bu. Hayatına dahil olmadığın insanların,hayatlarına dair her bir ayrıntısını  öğreniyorsun; nereye gitmişler, nerde nasıl eğlenmişler de, ne yemiş ne içmişler, miş mişler de miş mişler bu böyle gidermişler:)  Gerek yok bunlara.

Bir de doğum günü kutlamaları var ki en çok da o anlamsız gelmiştir bana. Tarihi gören gelir, kutlar. Şöyle bir bakınca, öncesinde uzunca bir süre muhabbet olmamıştır dibine kadar uzaksınızdır, sonrasında da olmayacaktır ama o doğum günü laf olsun diye kutlanır, ne gerek var ya hu. Bir kişi dahi olsa, gerçekten bilen, hatırlayanların kutlaması çok daha kıymetli değil mi sizce de? Bence öyle de.

Dozunda kullananlara, sanal dünyaları gerçeğinin- önüne geçmemiş olanlara saygı duyuyorum tabii ki.
 
Bağımlısı olup saatler harcamıyorsanız, kendi değerli vaktinizden çalmadan faydalanıyor, paylaşıyorsanız, hayatınızın merkezinde tutmuyorsanız eyvallah.
 
Gerçek anlamda sosyalleşmek, yüz yüze bir iki kelam etmek, bir kahve içmek çok daha makbul benim gözümde.

7 Kas 2016

GÜL TABİATLI OLABİLMEK

Image result for mevlana ve gül

“Önemli olan gül tabiatlı olabilmektir. Yâni bu dünya bahçesinde, dikenleri görüp, onlardan incinip dikenleşmek değil, araya kış gibi çileler girse bile onları bahar iklimiyle kucaklayarak, bütün âleme bir gül olabilmektir. Der Mevlana Mesnevi'de.

“Gül, o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı. Bu hakîkatı gülden de işit. Bak, o ne diyor:
Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesîlesiyle, âleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkânına kavuştum…”


Ne güzel söylemiş. Gel gör ki uygulaması biraz zor sanki nefsimize ama olunmaz değil. Yok mu hiç peki? Elbette var, var gül tabiatlı, gül yürekli insanlar çok şükür...

1 Kas 2016

OYSA BEN SANA İSTANBUL DERDİM


Image result for oysa ben sana istanbul derdim

Aldırmadı saçlarını dağıtan rüzgara, elleri ceplerinde öylece baktı uzaklara.
Aldırmadı kıyıya çarpıp ıslatan hırçın sulara, bir adım daha attı inadına.
Gözlerinde hüzün,
Dudaklarında titrek bir melodi; tamamlayamadan daha, sustu. Dudaklarını ısırdı, gözlerini sildi usulca. Üşümüş olsa gerek ki sımsıkı bağladı kollarını bu defa.
Bir kaç adım duydu ardında, yine aldırmadı.
Kapadı gözlerini, kaldırdı hafifçe başını fezaya,
Derin bir nefes aldı
Ve yine döküldü dudaklarından aynı ezgi; bu sefer tamamlanarak:

*Oysa ben sana İstanbul derdim
 Onun kadar derin ve yalnız sevdim...
 Gözlerini alıp da giden misin yâr,
 Beni böyle ağlatıp da gülen misin yâr?*
....

Uzaklarda, çok uzaklarda, hüzünlü bir başka yürek aynı ezgiyi söylüyordu,titrek ama gür sesiyle:

*Sen ve ben Lila, sen ve ben
 Sakin bir ülkenin uzaklarıyız,
 Orada sen oldukça, burada ben
 Gamlı bir şiirin uyaklarıyız...*

Aynı anda, aynı ezgiyi tamamladıklarından, aynı yürek tutulmasını yaşadıklarından habersiz...
 
 
 
* İşaretli kısımlar  güzel bir ezginin sözleridir.