BİR SEVGİLİYE

Ey aşkıyla Aşk'a aşık ettiren aşık, Ey sevgisiyle En Sevgili'yi sevdiren sevgili, Ey sıcak huzur

BAHARI GETİREN

Ey kalbimin ğöğü! Ey kalbimi kızıl bir sevdayla kuşatanım!

AYNADAKİ SEN

Oysa ne çok özlemiştim seni, bir bilsen yokluğundan utanırdın...

HEP BİR ARADA

Melekleri topladık diye tebessümle söylendi hep babacım...

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRMEZ OLDURUR

Kerem kendi suretini görmeden, sen artık aslına bürün demişler. Ferhat doğduğu gün, isim vermeden bu çocuk ne kadar şirin demişler.

29 Kas 2013

UÇURTMAMA TAKILANLAR

            
Bugün günlerden güzellik, sefa geldin, hoş geldin***
                                                   
Bir düş ertesi sonrası çıkageldin ömrüme ışıl ışıl gülen gözlerinle, bir 'aşk'lık mola verdim hayata. Sonuna dek bitmeyecek bir mola.. Zerre zerre sızdın benliğimin kuytularına.
Berrak sular dalgalanıyor şimdi iç denizinde ruhumun. Bir kuğu papatya taşıyor ağzında , süzülürken mavi sularımda.. Gökkuşağı takılmış geliyor peşine, pembe uçurtmamın.. Çektikçe ipini HAYAT takılıyor ardına birde..

Ve sonraiki yürek, kocaman bir sevgi ..
Bir lahza Mecnun, bir de Leyla..
Sen
Ben
...
 
Sevdaymış meğer içimizde yıllardır uyuyan deli**
 
 
 
 
 


 

26 Kas 2013

MUTLULUĞUN KOKUSU



Hiç size de oldu mu? Hani bir koku duyarsınız ve o koku alır başka yerlere götürür sizi.. Her şeyin bir kokusu vardır, sevginin, hüznün, yalnızlığın ve hatta mutluluğun da bir kokusu vardır farkettiniz mi hiç?
Kâh rahatlatan, kâh coşturan, kimi zaman dinlendiren kimi zaman kıpırdatan, susturan, konuşturan kokusu.. Düşünün, bir anne için bebeğinin kokusu, bebek için annesinin kokusu mesela..
Sevdiğiniz insandan aldığınız kokudur... Yar kokusudur.. İç dolar ya hani böyle, hani genişler ya göğsünüz huzurla, sonra o geniş göğüsten çıkan nefesin tadı hani böyle ağızda yayılır gülümseme olur çıkar ya, onun sesi de  ''ohh'' olarak çıkar , sessiz ama en derinlerden... İşte o huzura mutluluğa sebep olan kokudur mutluluğun kokusu..

Belki basit güzel bir kokuda da saklı olabilir mutluluk.. Bunu sonradan anlarsınız..Benim şimdilerde anladığım gibi..
Evlenip de evime ilk geldiğimde bir koku var idi evde, o zamanlar bana pek sıradan gelen önemsemediğim hatta sevmediğim bana ağır gelen bir koku.. Bir oda deoderantı.. Çok hoşlanmadığımdan kaldırıp kenara koymuştum, aylar sonra tekrar sıktığımda  çok garip birşey oldu, gülersiniz belki ama bir anda içime öyle tatlı bir his, mutluluk yayıldı ki... Kapattım gözlerimi ve gülümsedim, taaa içime çekerken o kokuyu..

Ne oldu biliyor musunuz? Eve ilk geldiğim zamanlara evliliğimizin ilk anlarının ortasına; mutluluğun tam ortasına bıraktı o koku beni:) Masal gibi, koku yayılıyor ve siz gözlerinizi kapatıp kendinizi bıraktığınızda, sizi alıp o zamana tekrar götürüyor ve aynı güzellikte dirilikte hissettiriyor her şeyi tekrar..

Zaman geçtikçe o ilk mutlulukların üzerine hep yenileri daha da güzelleri eklendi lakin o ilk kokunun yeri tadı bir başka.. Ne kadar güzelmiş.. Aslında hiç kimse bunun farkına varamaz.. Yaşarsınız geçer, o an o mutluluğun bir kokusu olduğunu bile bilemezsiniz.. Size bir şeyler hatırlattığında bunu duyduğunuz mutluluksa o anın iki katına çıkar.. Bir nevi somut olarak mutluluğu hissetmek gibi.. Sanki tekrar tekrar yaşıyormuş gibi... Ne hoş ne muhteşem bir duygu.. Bilmem ki daha nasıl anlatayım..

Mutluluklarınızın sindiği kokuları yıllar sonra hiç ummadığınız beklemediğiniz bir  anda duyup, dediğim güzellikleri yaşamanız dileğiyle bir gün:)

 
Yeni Türkü' nün şarkıları da ayrı bir güzel.. Yazı boyunca dinlediğim bu güzel şarkıyı da paylaşmadan yapamadım:)
 
 

25 Kas 2013

KISA BİR ZİYARET

Hafta sonu Aydın'daydık.. Aylar öncesinden Pegasustan almıştık 25 Liralık biletlerden..  O kadar ucuz görünce dayanamayıp alıyoruz ama o 2 gün  koştur koştur geçiyor yorucu oluyor aslında.. Ailelerimizle geçirdiğimiz iki gün.. Güzel oluyor olmasına da pek bir şey de anlamıyorsun, o dar vakte her şeyi sığdırmaya çalışıyorsun.. Ateş almaya gider gibi:) Ha bir de biletleri sabahın körüne almışız ki sormayın:) Niye böyle almışız biz bunları yahu demeden edemedik kendimize:)

Cumartesi günü 7 uçağına yetişmek için sabah 4 buçukta uyandık.. Sonra İzmir'e varınca trene yetişebilmek için koşturduk, öyle nefes nefese kalmışım ki 15 dakikada zor geldim kendime.. Bu sabah da yine 5 buçukta kalktık:) İstanbul'a vardık, yağmurdan sebep bi güzel de trafikte oyalandık.. Sefil olduk vallahi, kafamızı kah omuzlarımıza koyup, kah cama, koltuğa, her yerde her fırsatta uyumaya çalışarak, yarı baygın vaziyette attık kendimizi eve..
Hayal mi gerçek mi derken evdeyiz işte... Her şeye rağmen onlarla vakit geçirmek, sarılmak hasret gidermek güzeldi..

Aah bir de en yakın arkadaşımla yapabilsem onu..  Ne çok istiyorum, ne çok özlüyorum..

22 Kas 2013

DAĞLAR KELEBEĞİ FİTNAT'IN SÜRAHİ DOLU GÜNLERİ

 

Fitnat Can 20’li yaşlarında bir insan mahluku idi. Asıl adı Fi idi ama arkadaşları O’na kısaca Fitnatcan derdi. Çırçır ve Cırcır işletmecileri derneği de dilleri döndüğünce Fitnatiye demeye çalışırdı. Ne idüğü belirsiz bir gerçekliği, tutarlılığı şüpheli bir hayatı vardı. Daha doğum anında ortaya çıkan manzara karşısında hayat şaşırmış ve tereddüt etmişti.

Mevsimlerden ekinoks, aylardan sıcak, günlerden uzun, saatlerden akrep bir zaman diliminde sancıları başlamıştı annesinin. 9uncu doğumun uğurlu olacağına inanıyordu. Bu sefer ikiz doğurmayacaktı. Lelamet ailesinin 17inci çocuğu vücudundan fırtlayacak ama 18incisi gelmeyecekti ya da içerde kalacaktı bu sefer. Umudu bu yöndeydi ve bu inanca sebep teşkil eden işaretleri görmüş, duymuş ve yalamıştı. Özellikle de saçlarının yarısını Panten ile diğer yarısını da antenle yıkayan adamların kelleşen kafa yarısından parlayan ışıkta görmüştü sinyalleri.
 
Hamile kaldığı gün yoğun bir şekilde başlayan sancıları azalmaya başlayınca doğumun yaklaştığını anladı, Fiternoş geliyordu. 9 ay sancılı dönemden sonra rahatlamayı yadırgayan annesi hemen fırtlatmak istediyse de, Fitoş buna yanaşmamıştı. Bir ara çıkacak gibi olduysa da bir arkadaşa bakıp geri dönmüştü. Uzun müzakere süreçlerinden sonra annesi Fitoşbebe’yi bir dalgınlık arasında kelebek gibi pırtlatıvermişti. Doğum anında tüm doktorlar, hemşireler ve yalancı meme satıcıları bebek ağlasın diye umut dolu gözlerle beklerken; kendilerini, hayranlık içerisinde Fitnata’nın oratoryosunu dinlerken bulmuşlardı. Herkesi şaşkınlıklara sürükleyen bu vahim olay üzerine yüce doktorlar konseyi ortaya çıkan yeni varlığın yaşamasına karar vermek için bir kampanya başlattı. “Fitna yaz 3040’a gönder” kampanyasının sonuçlarına göre, yanlış yazım ile Fitne diyenler ve Fitna diyenler eşit çıkmıştı ve Fitercan fitne de olsa yaşamaya değer bulunmuştu.
 
Çok sıradışı bir tipi ve karakteri vardı bu yeni bebeğin. Baobab ağacının yaprak hışırtısına benzeyen kaşları, paslanmış orkide çiçeği tohumu büyüklüğündeki burnu, karanlıkta insanı kör eden sesi, kaplumbağa çevikliğindeki sağ ayak serçe parmağı ve Lido marka damacana ferahlığındaki saç örgüsü en ayırt edici özellikleri arasında sıralanabilirdi. Ve tabi unutulmaması gereken bir sağ kulak memesi vardı. Utangaç bir yılancı ve atletik bir dedikoducu oluşu da çevresindeki kalabalıkları etkilemesinde önemli rol oynardı.
 
Dünyadaki ilk günlerinden itibaren bebek bezi reklamlarına özenip sürahi dolusu su içer ve devamlı üstüne yapardı, nitekim altına yapmayı hiç becerememişti. Her seferinde de annesi onu banyoya kapatırdı. Banyo yetmeyince de Bodrum’a kapatmaya başladı. Ama Finatiye Bodrum’da fazla durmaz oradan Marmaris’e geçerdi. Alemlere akma duygusu o günlerde gelişmişti.
 
-- Devam eder belki, kim bilir… --
 
notundibi: benim biricik eşim absürd hikayeler yazacak bize arada bir böyle:) Keyifli okumalar:)

 
 

20 Kas 2013

ELİMİZDEKİ KUŞ


 
Anlatıldığına göre, bir köyün yüksekçe bir tepesinde, çocukların pek sevdiği bilge bir ihtiyar yaşarmış..Bilge ihtiyar çocukların her sorusunu ciddiye alır ve mutlaka doğru bir cevap verirmiş. Bir gün iki çocuk ,yaşlı bilgeye hiç bilemeyeceği bir soru sormak istemişler. Küçük bir kuş yakalayıp tepeye doğru yürümeye başlamışlar. Yaşlı bilgenin yanına gelince, çocuklardan biri kuşu avuçlayıp arkasına gizlemiş ve sormuş:
"

Bil bakalım,elimdeki kuş canlı mı ölü mü?"
Bilge gözünü çocukların gözlerinde gezdirmiş bir süre. Uzunca bir sessizlik olmuş... Öyle ki,çocuklar ilk defa yaşlı bilgeyi zorladıklarını düşünmeye başlayıp mutlulukla tebessüm etmişler. Sonunda derin bir nefes almış yaşlı bilge ve soruyu soran çocuğa dönmüş:
"Bu sorunun cevabı senin elinde! Avuçlarıdaki kuşun canlı olduğunu söylersem,onu sıkıp öldüreceksin. Ölü olduğunu öylersem ellerini açacaksın ve kuş özgürlüğüne kavuşacak..

          ***
Ne hoş, insanın kendisine ders çıkarması gereken bir hikayedir bu..  Elimizdeki kuşu sıkıp öldürebiliriz ya da bırakarak özgürce kanat çıprmasını sağlayabiliriz..Hayatta bazı durumlar tamamen bize bağlı yani.. Her birimiz içimizde hayata dair, umuttan, iyilikten, özgürlükten yana güzel tercihlerin yanısıra yine aynı hayata, umuda ve özgürlüğe son verme gibi kötü tercihleri de taşırız..
Sevdiklerimiz de avucumuzdaki kuşlar gibidir.. Avucumuzu sıkıp öldürebiliriz  onları kötü davranışlarla ya da  kalbimizin göklerinde özgürce kanat çırpmalarına izin veririz, güzelce davranıp özgür bırakarak..

Onlara hayat veren ya da kanat bahşeden bizler değiliz elbet,  lakin kanatlarını açamamaları bizim elimizde..
Elimizde sıkıp öldürdüğümüz kuşu uçmamakla yaşamamakla suçlayabilir miyiz?..

17 Kas 2013

GÖZDEN SÜZÜLEN İNCİ




 


Gözyaşına ne diyebilirim ki!.. Dizi dizi şiir desem haksızlık olur; tane tane inci desem yetersiz kalır. Akın akın yabanlara giden de, uzak uzak sevdaları yakın eden de odur çünkü… Sevgilinin geleceği yolları sulayıp süpürmek içindir o; sultanlar ayağına düşürmek içindir.

Bütün boşluklarını o doldurur ömrümüzün… Söylenmedik sözler yerine o vardır yanımızda. Sevdaya dair yeminlerden sonra ve gülleri saran dikenlerden önce o vardır. Zamandan geriye düşmüş acılar için, manada biçimleri yitiren sancılar için; aynalarda eriyen sırlardan taşarak, ucu kıyamete çıkan asırları aşarak; gerçekten daha gerçek kelamlarda, ve Güzeller Güzeli’nden vuslat müjdeli selamlarda hep o vardır, hep o vardır…

Bir gözyaşı, gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı; sevgiyi damıtır en derin yerinden. Suçlardan sonra tenha gecelerde akarsa tövbedir tadı; gönülleri arıtır en kara kirinden.
Bir gözyaşı, bir cevherdir, ateşten kaynayan. Özü sudur ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangın olur.Bir ateştir aslında o, dumanı ah ile çıkan. Onun içindir ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve gizler… Fazilettir, diyettir… Bu yüzden denilir ki, gözyaşı yiğitler kârıdır ve civanmertler vakarıdır.

Şaire unuttuğu mısrayı bir gözyaşı hatırlatır, şehrazat acılarını gözyaşıyla anlatır. Sancılı damarlarda ölümcül çılgınlıkları gözyaşıdır okuyan ve toplasanız gözyaşlarını âşıkların, dalgalı bir deniz olur. Gözyaşı ki, kişinin kendisiyle kavgasının sonunda akarsa tomur tomur mercandır; ve eğer pişmanlıklarla tartılırsa mübarek bir heyecandır.
                                                                              İskender Pala

Gözümüzden süzülen o küçük damlaların hiç bu kadar derin manalar içerdiğini  düşünmüş müydünüz?



 

14 Kas 2013

GÖNÜL POSTASI

 
Rüzgar bir kuğu zarifliğinde yaklaşıp doluyor kollarını boynuma ve iliklerime işliyor çikolata tadında.. Elimdeki el yakıyor bütün üşümüşlüğümü.. Bir anda sahilde yakılmış, alevi geceyi kuşatan ateş oluyoruz, göğe yükseliyoruz.. Etrafımızdaki mutlu insanların gitarlarından çıkan ezgilere tutunuyor mor /yeşil kıvılcımlarımız…
 
Bir sevgi,  görkemli uçurtmalar gibi uçuşuyor ruhumun göklerinde, durdurabilene aşk olsun… Kuyruğuna bir çocuk kahkahası tutunmuş ki sıkı sıkı, ipekten bir mendil sanki akan gözyaşlarına..
Gözleri değiyor gözlerime sonra sevgilinin ansızın, gülümsüyorum kaçamak bakışlarla .
Kimi zaman çocukluğumu görüyorum gözlerinde, kimi zaman mor hüzünler..
 
Ve ben o yanımda yokken de hissediyorum dudak kıvrımlarına sebep, ömürlük tebessümlerini.. Küçük kalbinde çocuk edasında büyüttüğü kocaman sevdasına şarkılar besteliyorum,
 
O söylüyor ben dinliyorum.. Ben söylüyorum o dinliyor...
Ben gülümsüyorum , O ritim tutuyor.
O gülümsüyor , gözleri deniz oluyor..
Ve Gamzesi.. Nefesime tutunan nefes..
 
Benben..
Ben aşk oluyorum ,
Yâr kokuyorum..
Ben kalmıyor
Yâr oluyorum !!  


Ve  hemen ardından MÜZİĞİMİZ başlar, gözler kapalı tadını çıkarın...

 

12 Kas 2013

KARANFİL KOKULU DÜŞLER

 


 
Bir hikayenin içinden geçiyorum, oynadığım topraktan kalma çamurlu ellerim ve baharı giymiş yüreğimle.. Tebessüm kuşanmış yüzler beliriyor yalnızlık sokağında birden ve terkediyor hüzün kentini yaşlı gözler...
Yağmur başlıyor sonra inceden ve çoçuk sesleriyle sırılsıklam oluyor şimdi bütün ruhlar. Uzaklardan tatlı bir ezgi çalınıyor kulaklara..
 İşte keman çalan kalplerin diyarı burası, eskisi gibi kulak tırmalamıyor hayret!
 ''Keman çalmasını öğrendi bizim kalbimiz, incinmiş tellerine dudağı değdi anka kuşunun, kötü sesler çıkarmıyor artık'' diyor onları izleyen mutlu bedenler..
 Kalpler sahnede şimdi kuşanmış bütün ihtişamını..

Derken, karanfil kokulu düşler geçiyor gözlerimden; işte azad ediyorum bir güvercini. Sonra yumuyorum gözlerimi; ruhum küçükken sallandığım o salıncakta sallanıyor aheste aheste..Bulutlara değiyor başım…Uçurum kenarında bir çiçek oluyorum, sana açıyorum sevgili.. Bak, incecik yapraklarım nazlı nazlı kıpırdamakta..
Rüzgar sarhoş..
Rüzgar hovarda..
Rüzgarsavuruyor bütün sevda tohumlarını..
O yüzden bak bu gülüşümdeki şavk..
Gönlüm mü ?
Rengine büründü gözlerinin
Dünyaya senin renginle bakmakta...

ve şimdi bırak kendini bu ana, şimdi tam zamanı, dinle, dans et düşlerinle ve uç istediğin diyarlara...;)

 
 
Ve ben ne çok seviyorum seni sevgili!!

11 Kas 2013

ALL İZZ WELL

 
Al elini ve kalbine koy, ve de ki, ‘ol iz vel.
Köyümüzde yaşlı bir bekçi vardı, gece devriyelerinde bağırırdı:‘Ol iz vel.’
Herşey yolunda.
Biz de huzurlu bir şekilde uyurduk.Sonra bir gece, bir hırsızlık oldu ve öğrendik ki meğerse adam körmüş!
O, ‘Ol iz vel.’ derdi, biz de güvende hissederdik kendimizi. O gün, bu kalbin ne kadar kolayca korkabildiğini öğrendim.Kandırmanız gerekiyor.Sorun ne kadar büyük olursa olsun,‘Ol iz vel.’ diyeceksiniz. Bu sorunu çözüyor mu?
Hayır, ama sorunla yüzleşme gücü veriyor...
 
İzlemekten keyif aldığım ve 3 kez izlediğim 3 idiots filminden bir diyalog..  Hem eğlenceli, hem de bir çok güzel mesaj içeren, gülerek, sıkılmadan izleyeceğiniz tatlı bir film..
Aşağıdaki sahneyi izlemekten her seferinde keyif alıyorum ben ve sizin de beğeneceğinizi umuyorum:)
 
 
 
ve yine o filmden eğitim sistemindeki bozukluğa dikkat çeken aynı zamanda da tebessüm ettiren bir başka güzel kısım.
 
 
Seviyorum bu filmi:)
 

8 Kas 2013

DİRİLİŞ



Bir gölge ağır aksak ilerliyordu..Gidiyordu... Bir yokluktan varlığa bürünen, şimdi varlığıyla bir yok oluşa, bir vedaya gebeydi...
Arkasını dönüp baktığında ardından öylece durup bakan sadece "kendi suretiydi.."
Yorgun.. Solgun bir beden.....Bir aynaya bakıyormuşcasına durgun, kendini sorgulayan gözlerle..Hani hep bir şey söyleyecekmiş gibi.
Kendi içinde kayboluşun bir perdesi bu.

Issız bir veda bu.. insanı sabah dört yalnızlığına terkeden...
Kendini uğurlamaktaydı beşeriyet..Firakın ruhu kamçılayan hüznüyle boğuşurken, sormuyordu bile hiç visalini..
Ağlamak.. Kurumuş kuyu misaliyken mi gözler..?? Öyle ya, göz yaşı önce kalbi ıslatırdı..
Yürekte bir çağlayan hayat buluyordu damla damla...Ve bilinmezdi ki yeşertiyordu çorak, körelmiş her bir zerreyi ruhta..

Bir yolculuktu bu.. Bir vazgeçiş.. ! Ve aslında yeniden bir diriliş!!
Dönebilmek için, yeniden.. Gitmek gerekiyordu şimdi...
Kendini terketmek önce...
Önce erimek kendi nefs ateşinde, yok olmak, körelmek...
Ve sonra.. Pişince benlik, gönle bir kelam takıp savurmak,

Kavuşmak..
Kavuşmak...!!
Kavuşmak; yüreklerde saklı aç özlemlerle kavuşmak.

Ve sımsıkı sarılmak. Kendinle birlikte yüreğindeki sırlara. Sonra evrene..
Ve o ömre bahşedilen bütün güzelliklere.
Sevgiyle sımsıkı sarılmak.... Ve bir daha hiç bırakmamak...

veee Walk off The Earth ten güzel bir ŞARKI sizler için...




7 Kas 2013

YETER Kİ RUHUNUZ KIRIŞMASIN




Gençlik yaşamın içindeki bir süreç değildir, zihnin bir durumudur. İnsanlar sadece fikirlerini terk ederek ve gençlik bilincini tüketerek yaşlanırlar.
Seneler cildi kırıştırır, ancak hevesten vaz geçmek ruhun kırışmasına neden olur…
Şüpheleriniz korkularınız ve umutsuzluklarınız kadar yaşlanırsınız. Genç kalmanızın yolu inancınızı genç tutmaktır. Kişisel güveninizi genç tutun. Umudunuzu genç tutun.”     L .F. Phelan
 
***
Evet, yaşlanma tecrübelere verilen tepkiler bütünüdür. Deneyimler arttıkça verilen tepkiler belirli bir yöne kayar veya “olgunlaşır. Ama bu hayatta heyecan kaybına yol açabiliyor. Yeniliklere açık olmak lazım. Yaşı ilerlemiş gençlik de olgunlukla heyecanı dengede tutma durumudur...
 
Vazgeçmeyin en çocuksu hayallerinizden, göç etmesin heyecanlarınız yüreğinizden. Mühim değil geçmiş onca yıl, çekinmeyin ve çekilmeyin kabuğunuza sakın!
Bir oyuncak alın kendinize mesela bugün.. Bir çocuğun elma şekerini andığı gibi masum, coşkulu, alın işte.. Yo yoo oynamak için değil, ruhunuz kırışmasın diye..
 
 

4 Kas 2013

CAN CİĞER KUZU SARMASI





Kuzu sarması için temel malzeme olan kuzu kalbi seçimi dikkat gerektiren bir süreçtir. Seçeceğiniz kalbin sinirlerden olabildiğince arındırılmış olması önemlidir. Ayrıca içinde geçmişin pıhtılarını taşımıyor olması da yemeğimizin tadı açısından önemli bir kriterdir. Tazelik de isteyeceğiniz bir özellik olacaktır. İçi geçmiş bir kalp yerine sıcacık bir kalple eve gitmenin size kazandıracağı lezzet çok büyük olacaktır. Organiklik ve doğallık da seçim tercihleri arasında. Sentetik ve yapmacık bir kalpten uzak durmak isteyeceksiniz, aksi taktirde yapay bir tat ile baş başa kalabilirsiniz.

Belirtilen şartlara uygun bir kalbi almak üzereyseniz kalbin bir kuzuya ait olduğundan mutlaka emin olun. Aksi takdirde diğer kalpler tat vermek yerine; hayatınızdan tadı yok etme, mideye oturma, çiğnenmeyecek sertlikte olma ve boğazda düğüm düğüm yer etme gibi ciddi yan etkilere yol açabilir.
Son olarak beğendiğiniz kuzu kalbinin uzun kuyruklar bekletilmeden ve çok yüksek bedeller istenilmeden size verildiğinden emin olun.
Kalbi alırken gereğinden ve hak ettiğinden fazla bedel istenildiğini düşünürseniz başka kuzu kalpleri arayın, emin olun dışarıda çok kuzu kalbi var.

Evet, seçimi yaptınız ve şimdi elinizde beğendiğiniz bir kuzu kalbi var. Sıcaklığını hissettiğiniz ve rengiyle ortama can katan bir kalp. Ancak kalbiniz henüz ham ve çiğ vaziyette. Güzel bir terbiye sürecinden geçirmeniz gerekiyor. Ham şekliyle pişirdiğinizde henüz olgunluğa erişmeden çok hızlı kararlar almış olursunuz ki bu şekilde istediğiniz tadı almanız mucize olacaktır.
Terbiye için kendi yüreğinizin en derinlerinden özenle yetiştirdiğiniz bir tutam sevgiyi kuzu kalbine yumuşak dokunuşlarla tatbik edin. Umut ve huzur bakışlarınızı değirmenlerinden geçirerek kalbe serpiştirin. Zaman zaman kalbi gözyaşlarınızda benmari usulü ısıtın. Ancak, aşırıya kaçmayın ve mutlaka mutluluk gözyaşları kullanınız. Kalbin kabul edeceği seviyede şaka, naz, koruyuculuk, kıskanma, sahiplenme, şefkat gibi baharatlardan da kullanabilirsiniz.

Özenle terbiye ettiğiniz kuzu kalbi pişirilmeye hazır. Pişirmek için son malzememiz olan kollarınızı kuzu kalbine sarın ve uzun süre ısıtın. Sıkıca kucaklayın ve sarılın. Isıtma sırasında kendi kalbinizin ısısını harlı şekilde açmayı ihmal etmeyin. Aman dikkat; az ateş verirseniz ve az süre ısıtırsanız kalp çiğ kalacaktır, uzun süre çok düşük ateşte pişirirseniz kalp tadını zamanla kaybedecek ve sertleşecektir, çok fazla ateş verirseniz de güzel bir kuzu sarması ihtimalini elinizden kaçırmış olabilirsiniz. Özenle ve dengeli bir sarılma sürecinden sonra kuzu kalbiniz hazırdır.
Terbiye süreci ve pişirme süreciyle oldukça önemli süreçlerdir ve doğru kuzu kalbine doğru uygulandığında aradığınız hayat tadını size verebilecek tek şeydir.

Unutmayın, kuzu sarması tarifinin detayları tamamen elinizdeki kuzu kalbine ve sizin kabiliyetinize bağlıdır. Her şeye rağmen, bunca emeğinizle tarife uyarak hazırlamış olduğunuz kalp hala yumuşamadıysa ve hayatınıza tat vermiyorsa, bilin ki o kuzu kalbi değil bir öküz kalbidir.

Afiyetler olsun…


                                                                         * Aşk'tan inciler ...



Sevgili biricik eşim yazdı bu yazıyı:) Ben istedim o da beni kırmadı:)

 



3 Kas 2013

KOMŞU GELİN :)

 

Geçen hafta sadece gelinini tanıdığımız bir düğüne katıldığımızdan bahsetmiştim.. Karşı komşumuzdu.Tek bir bayan..
Taşınalı 3 ay falan oluyor ancak.. Ramazan ayıydı taşındığında ve niyetli niyetli ev yerleştiriyorlardı arkadaşıyla birlikte..Zor bir durum, bir yardımımzı dokunmalıydı elbet.. O akşam iftara yemek verdim..
Ertesi gün de, gönlümüz razı olmadı biricikle ve siz işinize bakın yemekler bu gün de bizden dedim.. O şekilde iletişimimiz oldu..

Yan dairedekilerin daha yüzünü görememişken geldi geleli, karşı dairedeki komşumuzla bi iletişimimiz var şükür, iyi nsanlar da:) Neyse efendim öğrendik ki evlenecekmiş düğünü varmış, sağolsun geldi davet etti davetiye bıraktı, biz de gittik biricikle:) Bizi gördüğünde pek bir sevinmişti sağolsun. Eşiyle de orada tanıştık hatta:)

Dün akşam kapımız çaldı ve karşı komşumuz elinde bir çiçek buketiyle karşımda duruyordu:)) Yukarıda gördüğünüz çiçek:)
Nikahına katıldığımız için teşekkür niyetinde getirmiş... Şaşırdım çiçeği görünce, tebessüm ettim, çok da mutlu olduk ama.. Biricikle birlikte yüzümüzde kocaman bir gülümseme kaldı bir süre..
Ne kadar ince düşünceli insanlar var yahu...

Vee bu daaaa,
biriciğimin bana aldığı çiçek:) Renklerini pastel tonlarını o kadar çok sevdim  ki, çekmek istedim hatırası kalsın diye...
           


                             
                             Ha o eşek mi?

Nerde olursanız olun, yönünüz ne tarafa doğru olursa olsun hep size bakabilen eşeğim benim:)
Bakın nasıl da poz vermiş bana bakıyor yine;)
Ve   BU DA  dinleyince kendimi mutlu huzurlu hissettiğim şarkı...  Bu şarkıyı dinleyince bütün güzel anılar, güzellikler hücum eder ruhuma. Sevgiyle dolarım, aşk kokulu sokaklarda koşturur gönlüm.
Bir sonbahar pazarından armağan olsun hepinize ..




1 Kas 2013

MUTLULUĞA YOLCULUK

 


Mutluluk bir hak mıdır?
 
Bence mutluluk herkese gökten zembille inmiş bir hak değil insanın ulaşmak için gayret göstermesi gereken bir ödüldür.
Mutluluğun özünde çaba vardır. En basitinden çikolata yemek için bile çenenizi çalıştırmanız gerekir, çikolatayı parasını verip almanız gerekir veya yapmanız gerekir..
Belirli bir çabadan sonra ancak o kısa süreli haz yaşanır. Bu çabalar mutluluğu değerli kılar ve aynı şekilde ağzımızda çikolata tadı olmayan “mutsuz” zamanlarımız o çikolatanın verdiği hazzı mutluluk olarak bize sunar.

Harcanan emeği bir yük olarak görmemeli, bizleri mutluluğa hazırlayan basamaklar ve mutluluğu manalı kılan kavramlar olarak görmeliyiz. Tıpkı gecenin ve güneşin doğma sürecinin gündüzü bizlere ışık olarak sunması gibi. Tıpkı siyahın beyazı manalı hale getirmesi gibi.
 
Mutluluk pasif bir keyif süreci değil, uğruna çaba harcanılan ve kazanılan bir zaferdir.
Mutluluk amaca ulaşmakla olur. Yapılması gereken hayata hakim olan amacı doğru belirleyip, o yönde gitmektir. Hayatın kompleksliği düşünüldüğünde, makul bir insan için amaç da basit olamayacaktır.
İnsanın ve hayatın doğası gereği bu amaç mutlak manada ulaşılmaz olacaktır. Çünkü insan mutlu olduğunda onunla yetinmeyecek ve daha fazlasını arayacaktır her daim.
 
Önündeki çikolatayı yemek gibi küçük bir amaçtan bahsetmiyorum burada, ki zaten mutlu bir an veya gün hayatı mutlu yapmaz.
 
Hayatın tamamına yayılacak çok daha büyük bir konsepttir mutluluk. Bu noktada asıl amaç insanı mutlak manada mutlu yapacak o noktaya varmak değil de o duruma giden yolda yürümek olarak belirlenmesi ancak insanı huzura erdirebilir.
 
Mutlu olmaktan öte mutluluğu aramak ve ona ulaşmaya çabalamaktır önemli olan. Bu çabanın neticesinde mutluluk gelirse ne ala.
Bu kaderci bir yaklaşım değildir. Mutsuzluğu arayın ya da mutsuzlukta yaşayın ve onu kucaklayın demiyorum. Ancak mutsuzluğun ve mutluluğa giden yolda harcanan çabanın bir manası olduğunu bilin ve bundan istifade edin.
 
Mutluluğa erişmeye çalışmanın kendisi bir yolculuktur. Yolculuğun farkında olmalı ve tadını çıkarmaya bakmalı insan. Mutluluğu ulaşılamayan bir hedef olarak görürsek bu karamsarlıkla mutluluğa veya huzura yaklaşmak da mümkün olmayacaktır.