Ruhumun zerafeti biricik eşimden... 4 ve 5. maddeleri çok sevdim ben:)
İçindekiler:
1. Geliş
2. Ben ve Mazi
3. Yeni Ben
4. Sen ve İstikbal
5. Bundan Sonra
6. Credits
1. Geliş
Eveeet… İş yerinde sandalyeme gömülmüş bir halde tüm klavye romantikliğimle yazıyorum bu yazıyı. Konu senin ‘geliş’in. Önemli bir konu yani.
Ben senin gelişini anlatırken bana eşlik etsin diye söyleyecek şarkı arıyorum, Yalın’dan “İyi ki geldin, iyi ki buradasın” diye terennüm edesim geliyor en çocuk ve yanık sesimle ama sesimin yalın haliyle bile söyleyemiyorum. Belki “Kız Sen Geldin Çerkeş’den“ şarkısını söylerim ama o da tam uymuyor, hem söylemesi de zor... Zaten aklıma gelen hiçbir şarkı tam tercüman olamıyor ve susmayı seçeyim diyorum. Sonra fikir değiştirip Sezen’den “Hoş geldin” söylesem diye düşünüyorum ama fazla dram geliyor tınısı.
Uzun zaman beklenen sevgilinin gelişini düşünürken, duygular da karışıyor ve tamamen bırakıyorum söylemeyi. Basları içime kadar işlesin diye kulağıma iyice bastırdığım kulaklıklarıma bırakıyorum şarkı söylemeyi. Media Player’ın shuffle perisine de şarkı seçimini emanet ediyorum. Ama zaten fark etmez ki, istediğini çalsın. Her ne çalsa seni buluyorum, “Şarkılar seni söyler”, dilimde kulağımda nağme adın diye bağlıyorum.
2. Ben ve Mazi
Biraz kendimden bahsedeyim ki gelişinin manası daha iyi anlaşılsın. Nev'den “Efkarlı” bir şarkı çalıyor yazının bu satırlarında.
Bir insan kendi belirlediği ya da kendisine belirlenen hayatta “ya içindedir çemberin, ya da dışında yer alır”; benliği dışarıda varlığı içerideyse arada kalmışlığın acı tadını iliklerine kadar tadar. Ben de araflarla dolu yolumda çok çember karmaşası yaşamışımdır.
Sagopa'nın “Muamma”sını bir hafta içerisinde yüzlerce kere dinlemiş biri olarak diyorum ki muammaların bezediği bir yaratıktım. Çelişkiler vardı hayatımda ve yaşadığım o çelişkili hayatın felsefesini gereğinden bol miktarda yapan biri olarak savunduğum bir konuyu tam tersiyle de savunabilirdim. Bu da benim görünüşte olmayıp da içten içe çetrefilli yapımdı. Ruhum ve aklım depresyondaydı belki duygularımdan öte. Bunları çok anlattım kendime ve “Yazık ne mazi yazık, anlatmaya yoruldum”...
“Fade to Black”ların depresyon yüklediği zamanlar, Amy Lee’nin “Bring Me to Life” diye haykırışları ve daha neler neler… “Depresyondaydım”, hem de ne unutulmuşken ne de aldatılmışken.
Depresif anların çıkmaza giren düşünce boyutu, sonu başını tekrar tetikleyen bir zincirleme reaksiyon… Wally Brill’in “A Loop in Time”ı çalıyor ve yaşadığım zamanlardaki kısır döngülere haykırıyor.
3. Yeni Ben
Peki şimdi farklı bir kişi mi oldum? Hayır tabi ki, hala geçmişinde “Bir Dizi İz”i olan kişiyim. Hala araflarım var ve ruhum hala değişken frekans ve genlik içeren sinüs grafiği çizebiliyor. Ama artık o kadar da önemi yok bunların… Keane’nin dediği gibi “Everybody is Changing” ve ben de ruhumu aklımı değil belki ama bakış açımı ve önemsediğim şeyleri değiştirdim sanırım. Güzel bakan güzel görürmüş değil mi? Tecrübeyle sabitledim ben bu düsturu.
Dramların yalama yaptığı bir benliğin sahibi olarak hayatımdaki dramlarımdan arınışımın bünyeme yabancı gelişi karşısında şaşırmıyorum. Şaşırmam gerekir belki ama sanırım şaşkınlık çağlarımı geçeli çok oluyor.
Yeni güzeldir, cicidir ve her yeni ötekidir, var olan değildir dedim. Var olan ‘ben’den sıkılmıştım zaten. “Başka Türlü Bir Şey”di belki de istediğim. Aslında bu noktada bloglara sığdırılamayacak bir felsefeyle denebilir ki, insan her zaman başka türlü bir şey ister, her zaman... Bu insanın var olanla tatmin olmayan vicdanı, ruhu, duyguları, kalbi, aklı ve vücudu sayesindedir. Neticede var olan her şeyin özündeki hayat, insanın hiç bir unsuruna ve boyutuna yetmeyip ölüme dönüşmektedir insanın tatminsiz ahlakına boyun eğercesine. Ve sonrası insanın içine gömülmüş duyguların da arzuladığı son nokta, sonsuzluk... Garbage da diyor bunu, “The World is Not Enough”...
Ben de bu hayat sürecinde orada bir yerlerde mutluluğa giden yolu arıyordum. Belki bulutların ötesinde bir yerde, hayallerin gerçekleşeceği bir yer vardı uzaklarda. Sonra sen geldin… Şimdi gökkuşağının o kadar da uzaklarda olmadığını anlıyorum. Shuffle perisi benim için “Somewhere over the rainbow…” diyor duygularımı her tondan renklere boyayarak.
4. Sen ve İstikbal
Kendi küçük çemberimden dışına bakıp sana gelelim şimdi de. Şarkı değiştiriyorum burada, kıştan yaza, geçmişten geleceğe, benden sana ve oradan da bize gidiyorum. Media Player perisinden müsaade isteyip efkarlı tınılardan neşeli tınılara, daha önce günüme ışık katar belki umuduyla defalarca ve kerelerce dinlediğim “Another Sunny Day” şarkısına geçiş yapıyorum.
Her geliş bir başlangıçtır. Yağmur damlasının hayatı yere düşünce başladığı gibi; senin için de bu geliş, göğe doğru yükselecek yeni bir hayatın parçası olur inşallah.
Natasha Bedingfeld'in Unwritten'da söylediği gibi daha yazılmamış bir kitabın sayfalarını aralayacağın yeni bir geleceğin var şimdi önünde, geleceğimiz...
Al istediğin gibi yaz, çiz. Her sayfa bizim... Noktalama işaretlerini kendin belirle; nerede nokta koyacaksın sevmediğin şeylere, nerede soru işareti ile sorgulayacaksın olan biteni ve nerede üç noktayla duygulanacaksın sen belirle. Paragrafları sen ayır, pembe kelebeklerle kendin süsle kitabı. Ayıracı istediğin sayfada bırak ki istediğin noktadan devam edebilesin, ve tabi kitabın geri kalanından istediğin sayfayı yırt ki hikayeni bozan sayfalar oluşmasın. Yazan, çizen, resmeden ve çeviren sen ol o tertemiz kitabında. Tabi unutma her kitapta harf hataları ve basım yanlışları olur. “Hatasız Kul Olmaz” de mi... Ama bunlar asla hikayeyi bozmaz, tabi sen istemedikçe…
Aman ha, kitabında bana da yer ayır… Bensiz bölüm olmasın elinden geldiğince. Yazabildiğin kadar beni de yaz sayfalarında. Dip not da olsa, küçük puntoyla da olsa yaz sen. Bir kere ayrı kaldım senden ve bu süreçteki hislerimi Dünya üzerinde en çok dinlediğim şarkı en iyi şekilde ifade edebilir; Cranberries'den Empty, bir şey hayatımdan çıktı ve nereye gittiğini bilmiyorum diyor… Hayatınızdaki o eksik olan ‘şeyi’ ve arkasında bıraktığı ‘boşluğu’ anlatıyor. Bir zamanlar beni anlattığını düşündüğüm için profesyonel olarak dinlediğim bu şarkıyı artık sadece hobi olarak dinliyorum.
5. Bundan sonra
Gelişinden sonra çok şey değişti hayatımda. Benim ‘bundan sonram’ güzelliklere gebe, öncesinden farklı. Tam “No More Sweet Music” diyecekken, şarkılardan ümit kesecekken sen geldin.
“Enjoy the Ride” çalıyor şimdi de. Artık şarkıda dediği gibi, gölgelerin peşinden koşmak yerine yolculuğun tadına bakıyorum.
Artık, her gün neşeli şarkılar dinleyerek yaptığım zoraki tebessümlerimin beynimde oluşturacağı sahte mutluluk hormonlarına ihtiyacım yok.
Artık tiyatroda yan koltuğa kimin oturacağı belli, bir hayatlık kombine bilet ayrılmış durumda.
Artık “Biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var, biriyle fena halde dertleşmeye…” dediğim her an yanımda 7/24 kadrolu Güzin Abla hazır olacak.
Artık “Sensiz Olmaz” çalıyor hayatımda, çalan onca güzel şarkı yanında...
“Artık kısa cümleler kuruyorum” çünkü gereksiz hayat felsefelerine o kadar da ihtiyaç duymuyorum.
Zaman zaman dilime doladığım “Tip of My Tongue” artık seni anlatıyor.
“Sen parmağıma bağladığım düğümümsün, yanımda taşıdığım aşk mektubum… Sen en sevdiğim şarkısın, her zaman dilimin ucunda…”
Ve tabi bundan sonra, yanımda olmadığın her yerde uzaksın bana, mesafeden bağımsız. Metre, yard, mil, santim, nanometre... Hepsi uzak. Belki kollarımı açarak kulaçla ölçüp uzaklığını, mesafeyi bir kucak dolusu ölçebilirsem yanımdasın diyebilirim sana. Ya da bir tebessüm uzaklığına tahammül edebilirim...
“Kelimeler yetse daha neler neler” anlatacağım da, TDK'nın kelime dağarcığı seni sana anlatmaya yetmiyor. Ben de noktalıyorum burada.
Yazıya son verip masamdan kalkarken yanaklarımda tebessümlerin, ruhumda sıcaklığın ve içimde sesin; sessizce mırıldanıyorum gene “Bir Şarkısın Sen…”, ömür boyu sürmesi duasıyla…
6. Credits
Yazımda bana eşlik eden tüm dostlara teşekkürlerimi borç bilirim. Hepsini aşağıda sıralamaya çalıştım. Yüreklerine sağlık. J