BİR SEVGİLİYE

Ey aşkıyla Aşk'a aşık ettiren aşık, Ey sevgisiyle En Sevgili'yi sevdiren sevgili, Ey sıcak huzur

BAHARI GETİREN

Ey kalbimin ğöğü! Ey kalbimi kızıl bir sevdayla kuşatanım!

AYNADAKİ SEN

Oysa ne çok özlemiştim seni, bir bilsen yokluğundan utanırdın...

HEP BİR ARADA

Melekleri topladık diye tebessümle söylendi hep babacım...

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRMEZ OLDURUR

Kerem kendi suretini görmeden, sen artık aslına bürün demişler. Ferhat doğduğu gün, isim vermeden bu çocuk ne kadar şirin demişler.

30 Ara 2013

HAFTA SONU KARELERİ

Bu hafta sonu ortalık epey bir hareketli ışıl ışıldı... Cumartesi günü Duygu'cuğumu, Kelimelerle dans ı ziyarete gitmek için çıkmıştık evden ama öğrendik ki, doktor mikrop kapmasına önlem olarak yasaklamış ziyaretleri...Şimdi çok daha iyiymiş çok şükür:)  Öyle olunca önceden sözleştiğimiz biriciğin arkadaşı(Ömer) yakındı olduğumuz yere ve onunla buluştuk.

Akşam vaktiydi bağdat caddesinde gezintiye çıktığımızda. Epey canlıydı caddeler. Bir ara bisikletleri ve o bom boş sahili görünce, alıp binsek mi diye içimiz gitti ama sürmek için pek doğru bir zamanlama değil diyerekten bakıp da geçtik:)

Sonra salep içmeden olmaz dedik ve oturduk Mado'ya. Salep çeşitlerine bakarken, Ömer,'' ya ben doğal insan salebi istiyorum'' dedi:)) Bizimle ilgilenen garson da şöyle bir baktı, insan salebi dedi ve gülümsedi, sonra içeri dönüp, '' ustaa, arkadaşlara insan salebi ver aynen aktarıyorum müşteriden'' dedi:) Öyle tebessümlük bir ortam oluştu aramızda:)

Pazar günü sabah hep beraber kahvaltıya gittik. Sarıyer'in tepe noktalarında Rumeli kavağına doğru çıkarken, denizi apaçık gören sevimli bir balık lokantasıydı aslında.. Mehmet'in Yeri.
 
Mekandan bir iki görüntü... Sağ taraf tamamen deniz mahsülleri ile dekor edilmişti tepede gördüğünüz tarzda.
 
 
Çiçek görüp de kaçırır mıyım hiç, hemen çekmesini istedim biriciğim canımın içinden:) O da çok güzel çekti sağolsun. Bu da mekanın dış kısmında. Yazın çok daha güzel olacaktır dış mekanda oturmak eminim...
 
 
 
                                            
                         yine balkon kısmından bir de deniz manzarası ...
 

Kahvaltının ardından İstinye parka gittik, Hobbit Filmi için biletlerimiz hazırdı:) Ben 2. filmi ilkinden daha çok beğendim... 3boyutlu olmasıyla da bir hayli keyif aldım izlemekten... Bol macera aksiyon hareket oh. Gayet de heyecanla merakla izletiyor kendini... İlkini nişanlıyken izlemiştik 2.sini de izlemek bugüne kısmet oldu:) bittiği yer hiç olmadı öylece kalakaldı ama olsun devamı var diye pek çıkarmayalım ses hadi:) O da artık seneye ancak olur heralde...
 
her yer ışıl ışıl..
 
Bir hafta sonumuz daha böylelikle sona erdi.. Katkılarından dolayı sevgili Ömer'e teşekkür ediyoruz:))

 

27 Ara 2013

ÖMRÜMCE HEP ADIM ADIM


Ömrümce hep adım adım her yerde seni aradım
Ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım

                   ***
Güzel bir parça paylaşayım sizlerle... Yalnız öyle sıradan bir parça değil bu. Evlenme teklifini aldığımda benim için, bizim için çalan bir şarkı ... Bu parçayı  ikimiz de severdik ve dinlerdik beraber nişanlıyken de. Geçtiğimiz sene bu ayın başlarında almıştım evlenme teklifimi:)

Birlikte gittiğimiz şehirden biraz uzakta, çok sıcak bir ortamı olan, eski antika eşyaların dekorunu oluşturduğu ve arka tarafında çok sevimli bir bahçesinin, oturmak için sandalyelerin yanı sıra salıncaklarının da bulunduğu sakin, doğal, huzurlu bir kafe vardı... Her zaman da aynı köşeye aynı salıncağın olduğu yere otururduk... Kafe sahipleri de biliyordu artık bizi:)

 Benim biriciğim, beni ziyarete geldiği bir akşam yine orada buluşmak için anlaşmıştık, buluşup da gittiğimizde, içeri, adım atar atmaz herkeste bir tebessüm vardı fakat ben sebebini anlayamamıştım, kendi yerimize hızla yaklaşırken salıncağımızın kalpli ışıklarla ve değişik aksesuarlarla süslenmiş olduğunu, masamızda şamdan, yanan mumlar, çok cici bir çiçeğimiz ve gül yapraklarının hazır vaziyette bizi beklediğini gördüm:) Küçük, şirin mi şirin, çok güzel bir masaydı....

O an ki heyecanımı, şaşkınlığımı, kalbimin ritmini şimdi yazarken bile hissediyorum:) Çevrede kendi halinde oturan başka müşteriler de vardı ve her yeni gelen tebessümle bir göz gezdiriyordu bize:) O heyecanla titrerken ikimiz de, sevdiceğim canım, öyle güzel bir konuşma yapmaya başladı ki, o başlar başlamaz da kafede bu şarkı çalmaya başlamaz mı, bir heyecan, bir mutluluk, şaşkınlık dalgası daha sardı beni:) O nu da ayarlamış meğer:) Sonra pırlanta yüzüğü çıkardı ve teklifini yaptı:)

Bu arada bunlar olurken de kafenin bizi tanıyan sahipleri merakla karşıda durmuş bizi izliyorlardı:)) Hatta çıkışta yüzüğümü de görmek istemişlerdi:)
Biriciğim meğer herşeyi gelmeden telefonla arayıp halletmiş. Malum o zamanlar ben Aydın'daydım, O İstanbul'da..  Sağolsun yardımcı olmuşlar kafe sahipleri de:) Ömrümün en güzel en harika en mutlu en duygulu anlarındandı...

Sen; Rabbimin en güzel hediyesi… Şükrüm.. Duam... Hayattaki hazinem...
Sen Huzurum... Sen mutluluğum.. Sen sururum... Nurum…
Kalbimin en AŞk nakışı… Sen; gümüşten bir vav şehri içimde...
İyi ki girdin ömrüme...



bu fotoğraftakinden çok daha güzel halde aslında, burası küçük bir bölümü sadece, başka fotoğrafını bulamadığımdan bunu koymak durumunda kaldım.. Salıncaklar  da yok bu halinde ama olsun...
Güzel hafta sonları olsun hepinize dostlar:)

25 Ara 2013

KOD ADI AT:)



Sene bilmem kaç… Tam kestiremesem de çok büyük olduğum söylenemez, çiçeği burnunda bir genç kızım:) Bir Yaz tatili. Bir arkadaşım davet ediyor bizim yaylaya misafir edelim seni diye…

Ben de kabul ediyorum. Gittiğim gün de yaylada bir kalabalık, bir hareketlilik. Öğreniyorum ki at yakalama operasyonu varmış:)
_N'oluyor ne bu kalabalık hareketlilik?
_ Atların yayladan indirilme vakti...
_Nee at mı yakalayacaksınızzz.. Oleeyy Allahım ne heyecanlı, yuppiii operasyon başlasın..Yiğitler çıkmış meydanaaneeee hepsi birbirinden merdaneeeee diye bağırsanız yeri hani ortamı görünce.
Atlarda bir endamlı ki sormayın öffff o yeleler nasıl da güzel savruluyor bir görseniz. (hep binmek istemişimdir şöyle dört nala deehhh…)
Ellerde ipler ve bir sürü insan sağdan soldan sıkıştırmaya çalıştıkları atları kovboy filmlerindeki gibi ipi sallayıp sallayıp atın üzerine atarak yakalamaya çalışıyorlar. Öyle kolay da değil hiç heee… 2 saate yakın sürdü.

Bir oğlanın teki atın yamacında at dört nala dıgıdık dıgıdık dıgıdık.. Güya üstüne çıkacak ama ne mümkün öğle eğreti asılı kaldı… Acayip bir ses çıkarıp duruyor dursun diye at, ama nerde at salak mı yahu niye dursun.Tepe taklak düştü genç, küütt, karizma sıfır, yeri yumrukluyor sinirinden. Ülenn ipini koparmış hayvan bir kere, bir de farkında herkes peşinde koşturuyor, hiç öyle önüne geçip de durdurmaya çalışmak işe yarar mı yahu… Geçin siz onu geçiin.
Hayvan koca koca gözleriyle kahkaha atar size bee:) Boy gösteriyor zaten resmen …
Acayip acayip sesler, bağıran bağırana bir kargaşa bir telaş. Çok eğlenceliydi izlemek. Keşke sadece uzaktan izlemekle kalsaydım. İşte o an. Hiç öyle bir korku, şaşkınlık, heyecan yaşamamıştım. O da nesi bu deli at şahlanmış son sürat bana taraf geliyoooor..
Pırtladım valla korkudan, sadece ben mi, kalbimde şaşırdı ritmini o korkuyla, gümp taka gümp gümp gümpe de gümp Afrika tamtamı çalıyor mübarek… Kimselerde yok yanımda.. Allah’ın apaçık yemyeşil geniişşalanı, saklanacak delik de yok . Ben gözlerim yuvalarında fır döne döne bakınıyorum etrafa hangi yiğit çıkacak da kurtaracak beni diye ama nerdeeeeee millet sabit durmuş seyretmekte. Bir mısırları eksik ellerinde film izliyor mübarekler sanki...
Filmin adı da “ At Tepmiş Kızın Dramı” Olamaazzzz bittim benn yandım ben tepilcem ben imdaaaatttt!! Baktım kimseden hayır yok bana , böyle bir dramı gerçekleştirmek istemedim şahsen.
Ama At da geliyooo yok yani şaka maka değil resmen geliyoo ,nihayet bir ses duyuldu uzaklardan , o anda bir ferahlık şeysi yayıldı yüzüme taa kii cümleyi idrak edinceye kadar! Anlayınca direk başladım şehadet getirmeye….Ne deseler beğenirsiniz…
Kızıımmım tuuuut tuuutt bırakmaaaa yakalaaa..! “Etrafıma bakınıyorum .Benden başka biri var mı kime diyor bunlar diye ama kimseler yok. Bir ben bir at yani… Hönnkk !! Ne tutması ya neyi atı mı tutucam ohaaaaaaa kafayı yemiş bunlar, neymiiişş atı tutucakmışıımm hehehe şaka gibiler valla, şaşırdınız mı kuzum siizz ??? Dağın ortasında da kamera falan yok ki..
Baktım olacak gibi değil bir hışımla bulduğum kuytu yere attım kendimi can havliyle ve siniverdim yanımdan teğet geçti nerdeyse.. Piuuuu ucuz atlattım yani.. Rahat bi nefes aldım.. Ben gelip de iyimisin bir şeyin yok ya derler diye bekliyorum her şeye rağmen, yaşlı teyzen yanıma gelince ne desin , “Kızım tutsaydın yaaa niye bıraktın??” … (gayet de ciddisoruyorheee.. )
Tavuk tutuyoruz sanki:)))  Devasa at teyzeeeee ne diyon seennn… Ben tutacaktım da kaçıverdi kerata diyip sırıtıyorum ne diyeyim artık. Neymiiiş "rrrrrrrrrrrrrrr" diyip ellerimi açacakmışım falan o da gidecekmiş gösterdiğim yere. Ooolduuuuu ne o öyle ata kucak açar gibi sonra gelsin geçsin üstümden bir güzell yere yapıştırsın dimiii yok yaaa…Canımı çöplükte bulmadım ben efendiii bir ata kurban gitmek istemem yani J
Hee bu arada ata noldu? Elbette yakalandı nasıl mı? Kendisini yakalayamayınca müstakbel sevgilisini yakaladılar yazııkkk J Onu aldılar bahçeye ee yiğit delikanlı yarinin kişnemelerine dayanamadı geldi tıpış tıpış kendi ayaklarıyla girdi bahçeye , ölürsek de kalırsak da beraber dedi yani . Böylece bu kadar uğraş da yanlarına kâr kaldı
 ...........
Bir keresinde de hadi korkma tut ipinden götürelim atları çayıra dediler zar zor ikna olup iki üç metre uzunluğundaki ipi tamamen ucundan tuttum, atla aramda epeyce mesafe olduğundan her şey normaldi lay lay lom gidiyorduk hehe atı ben tutuyorum havasında, ta ki at biraz ritmi arttırıp koşmaya başlayıncaya kadar:)

O koştu ben korkup daha da koşmaya başladım.. ipi de elimde ama:) o kadar korkmuşum ki bir yandan koşuyorum bir yandan da arkama bakıyorum, atın arkamdan koştuğunu ve yaklaştığını görünce anneeeee bu benim peşimden geliyooo amaaaaaa yaaa  dediğimde arkadaş basmıştı kahkahayı, ipi senin elinde olduğundan olmasın sakın diye:))

23 Ara 2013

HAFTA SONU GÜNCESİ

Bu cumartesi biriciğin iş yerinden arkadaşı Ömer ile birlikteydik. Arabası da olduğu için şehirden birazcık uzaklaşalım dedik, belirli bir planımız yoktu aslında ama Sarıyer taraflarında Rumeli Fenerine ve Garipçe köyüne gittik. Ben fotoğraf meraklısı olduğumdan ve biriciğim eşim de bunu bildiğinden hazırlıklı gitmiştik bol bol fotoğraf çekildik tabii:) Bir iki manzarayı paylaşayım burada, ki benim ya da bizim olmadığımız boş kareler sahiden de bir iki tane :)
 
 
Garipçe taraflarında ıssız bir sahil.Taş sektirmeden olur muydu hiç, onu da yaptık elbet, her ne kadar ben pek başaramasam da:) Aslında çok iyi yapardım ne oldu bilmiyorum:)
 

                                                     
                                                       Aynı yerden farklı manzaralar..
 
 
Biraz gezip dolaşıp fotoğraf çekildikten sonra hemen oradaki balık restoranına gittik. Afiyetle balıklarımızı yiyip üstüne de çaylarımızı içip kalktık. Dönüş yolunda güneşin batışı eşlik etti bize. Harika bir manzaraydı lakin fotoğraf çekmek için durulacak müsaitlik yoktu yollarda, izlemekle yetindik...
 
Sonra tok karınların üstüne güzel bir tatlı gider dedik ve Karaköy Güllüoğlu'na gittik, zira oranın baklavalarının üstüne pek yoktur herhalde. Tıklım tıklımdı her zamanki gibi ama şükür oturup rahatça yiyebileceğimiz bir yer bulabildik:)
 
 Ardından gittiğimiz mekanda akşamın ışıklarıyla birlikte güzel bir manzara eşliğinde kahvelerimizi içtik..
 
 
 
Sonrası da var bitmedi:) Ömer'in canı boza içmek isteyince, kalkıp Vefa Bozacısına gittik bir de:) Biz bir bardak bozayı biricikle birlikte içebildik anca:)
 
Sonra o da yetmedi, salep içelim bir de dedik:) Ben  salepciyimdir bozadan çok. Biz yine bir bardağı paylaştık biricikle:) Ama sevmedik, pek iyi olduğunu söyleyemem. Özel bir yer değildi, Cevahirdeki kahve dünyasında içtik. Bir daha da gitmem. Curcuna, o ne yahu iki üç kere sipariş vermek istiyoruz dedik de anca gelebildiler. Zaten eve yakın diye yol üstü diye orası olsun demiştik ama ilk ve son oldu bence.
 
Şöyle en hasından okkalı gerçek bir salep yapan yer var mıdır bilenleriniz varsa tavsiye alabilirim:)
Ha bu arada  ''semer de var, verelim mi, yer misiniz?'' dediğinizi duyar gibiyim :))
 
Güzel keyifli bir gün daha kayıtlarda yerini  aldı böylelikle...
 

20 Ara 2013

ATİNA GEZİMİZ

Hazır elim değmişken Yunanistan gezimizi de anlatayım çıksın aradan diyorum:) İspanya'dan sonra, vizeyi almak için uğraşmışken o kadar, süresi dolmadan bari bir yere daha gidelim dedik ve  3 günlük kısa bir Yunanistan gezisi planladık.
 
Biriciğin yıllar önce online bir oyunda tanıştığı ve muhabbetini devam ettirdiği bir arkadaşı da oradaydı, sevgili Eugen:) 
 
Bu gezimizde hiç haritaya, adrese, bilgi edinmeye gerek kalmadı çünkü Biriciğin arkadaşı bizi hava alanına karşılamaya geldi geliş o geliş:) Sonrasında da hiç yalnız bırakmadı bizi sağolsun, 7\24 hizmetimizdeydi arabasıyla..
 
İşin ilginç tarafıysa ilk defa yüz yüze görüyorlar birbirlerini. Öncesinden fotoğraf attık hatta tanıyalım diye birbirimizi :) Hal böyleyken bile, her yere birlikte gittik bizimle gerçekten çok ilgilendi. Öyle rahat bir geziydi ki vallahi çok sevdim:)
 
İngilizce konuşarak anlaşıyorduk.
Üç beş türkçe kelime de öğrettik kendisine, ama zaten Arnavut asıllı olduğu için ve ailesi Osmanlı zamanlarından dilimizi bildiği için çok fazla ortak kullandığımız kelime çıktı.
Sabah erkenden bizimle yollara düşüp, akşam bizi otelimize bırakıp öyle dönüyordu evine.
 
Hiç para harcamadık yahu.. Bize kuruş ödetmedi, ne kadar söylediysek dinletemedik, ödemeye kalktığımızda Yunanca bir şeyler söylüyordu adamlara ve adamlar almıyordu paramızı...
Ezildik büzüldük iyiliği karşısında, mahcup olduk ama o olmaz siz misafirimsiniz dedi ve bir şeye dokundurtmadı...
 
Bir akşam da arkadaşlarıyla hep beraber buluşup, Beyrut lokantasına gittik, mükellef bir sofra kurdurttular ki sormayın..  Hep beraber güzel, keyifli bir akşam geçirdik. Domuz eti yemediğimizi bildiklerinden daha dikkatli daha özenli davranıyorlardı, bizden önce sorup öğreniyorlardı her şeyi:)
 
Böyle hazır gezdiren biri oldu mu daha bir keyifli oluyormuş yahu hiç yorulmadan gezip görmek:) Allah razı olsun Eugen'den. Dost muhabbetiyle hep yanımızdaydı. Sayesinde çok keyifli güzel bir tatil geçirdik. (sevgili beard guy) :)
 
İnşallah bir gün gelirse, biz de aynı şekilde O'nu ağırlamaktan mutluluk duyacağız  Çok sevdik kendisini, nitekim o da bizi sevdi:) Böyle güzel arkadaşlar var hala yani yer yüzünde...
 
 
 
Akropolis müzesinden bir kare.. Oldukça fazla kalıntı eser var idi ama fazla fotoğraf çekemedik malum her bölümünde serbest değildi..
 

 
Atina Akropolisi'nde bir görüntü.. Atina kentinin üzerinde yüksek bir kayalık üzerinde bulunan ve büyük mimari ve tarihi önemi olan birçok antik yapı kalıntılarını içeren eski bir hisar burası..
 

 
yine Akropolisin iç tarafından bir görüntü aşağıda çeşitli etkinlikler yapılmakta zaman zaman..
 

 
restorasyon çalışmaları vardı...
 
 

Burası da Yunan mimarisinin en büyük eseri olarak kabul edilen Hephaestus Tapınağı.
 

Hephaestus Tapınağından manzara..
 
 
 
Vee sevgili misafirperver, cana yakın arkadaşımız Eugen:) Beard guy:))
Thanks for everthing mate!! :)

 
 
Balık yemeğe gittiğimiz sahil tarafında ki mekandan bir manzara:)
 

                                                       Eugen'den bir kare daha:)

biraz da deniz manzarası oh :)
 
 
 

16 Ara 2013

İSPANYA GEZİMİZ

 Ne zamandır yazayım diyordum da bir türlü olmadı üşendiğimden lakin bu yılı bitirmeden bu yıla ait olan İspanya gezimizi fazla detaya inmeden fotoğraflarla kısaca anlatayım dedim..Fotoğrafların üzerine tıklayarak normal boyutlarında daha rahat görebilirsiniz.. Bunlardan fazlası var elbet elimde ama istediğim her fotoğrafı ekleyemedim malesef boyutlarından dolayı sanırım.. Bunlar yetsin artık:) 
 
Geçtiğimiz Haziran ayında gitmiştik 1 haftalığına.. Her şeyi kendimiz ayarlayıp bulduk, en uygunundan.. Uçak biletinde kampanyadan faydalanmıştık ki çok uygun bir fiyata gidip gelmiştik. Gideceğimiz her yere de çoğunlukla yürüyerek gittik.Bir şehri en iyi yürüyerek keşfedebilirsiniz zira. Biricik, telefonunun haritasından gideceğimiz yerleri işaretliyordu, rotamız ona göre çiziliyordu  ve hiç sıkıntı yaşamadan haritayı takip ederek istediğimiz her yeri gidip gördük. İlk rotamız Barcelona idi.. Kaldığımız otel de meydana yakın bir yerdeydi. Her sabah erkenden yollara düşüyorduk:)
 
 
Burası Barcelona'nın en meşhur meydanlarından,  Las Ramblas meydanı.. Bizim de en sevdiğimiz yerdi kesinlikle..  Her gün mutlaka uğrardık,  gezmeye çıkardık çünkü oldukça renkli, eğlenceli bir meydandı.
Karşılıklı restorantlar kafeler, ressamlar, canlı heykeller,  gösteriler  hepsi bu meydanda idi.. İstanbul'un İstiklal'i gibi..

 
Amcam 5 dakikada karikatür resminizi çizip veriyor elinize.. İzlemesi de pek keyifli oluyordu. Profesyonel çalışanlar da vardı ama onların önünde öylece 1 saat oturmak epey sıkıcı olsa gerek:)
 

 
Bu tarz canlı heykellerden çok vardı sağlı sollu yol boyunca .Zaman zaman yanına merakla yaklaşan , inceleyen turistleri güzelce korkuttukları da oldu:)
Bu arkadaş da saatlerce bu şekilde orada öylece durdu vallahi. Biz nasıl durduğunu çözdük ama biricikle :)


Barcelona gotik katedrali , 14.yy da tamamlanmış büyük bir çoğunluğu..

 Gaudi'nin şaheserlerinden Casa Battlo, görünümünden dolayı kemikler evi denilmekte..
 

Bu da Gaudi tarafından inşaa edilen diğer bir eser La Pedrera..
 
Ve merkezde kocaman bir pazar... Mercat de la Bouqueria.Tam bir renk cümbüşü, Meyveler şekerlemeler.. Gözü gönlü açılıyor insanın.. ağzı da sulanıyor üstelik:)

                              
Burası da Park Güell.. Gaudi'nin sanatını görebileceğiniz güzel yerlerden. Oldukça büyük bir park. Gez gez bitmiyor, doğayla iç içe, kıvrımlı patikalardan geçiyorsunuz... En tepesinde yer alan balkondan da Barcelona'yı ve denizi görebiliyorsunuz..
Yine parkın bazı kısımlarında şarkı söyleyen danseden değişik müzik aletlerini çalan insanları görmek mümkün.. Elimde daha güzel fotoğraflar var fakat bazılarını kabul etmiyor bilgisayar bende kabul ettiklerini ekleyebiliyorum ancak..
 
Ve şehrin en yüksek yeri, Tibidabo tepesi.. Oradan manzara muhteşem kesinlikle.. Tepede bir eğlence parkı aynı zamanda:)
 

 
Park Ciutadella'dan bir görünüm.. Şehrin merkezinde sevimli, iç açıcı, ruhu tazeleyen bir park..
 

 
Bu harika manzarayı da paylaşayım dedim hemen limanda.. Akşam vakitlerinde özellikle pek bir seyredilesiydi.

Gelelim Sevilla'dan manzaralara... İspanya'nın tarihi yerlerinden. Bir Endülüs şehri. Flamenconun da merkezi..Bir kaç günümüzü de bu küçük ama tarih kokan şehirde geçirdik.. Yanyana en fazla 2 kişinin sığacağı daracık sevimli sokaklarını sevmiştim.. Ucu mutlaka işlek bir meydana çıkan dar sokaklar:)


Sevilla'nın merkezinde bulunan büyük bir katedral.. Fotoğrafta tamamı gözükmüyor tabii.

Sevilla sokaklarından

 

 Bunlar da Alcazar Sarayından. Endülüs Emevilerinden kalan, Arap mimarisinin en güzel örneklerinden.. İç mekan ve bahçelerinde müslüman, gotik, rönesans,barok sitillerinibir arada görmek mümkün.. Hayran kalınası ince işçilik örneklerine şahit olduk..



                                   
Sarayın bahçesinde fotoğraf çekiminegelen gelin ve damatlar bunlar da :)  Bir kare de biz aldık :)


ve yine bahçesinden bir görüntü.. Daha güzel bir sürü kareler var fakat hepsini koyamıyorum  malesef..
 


Sevilla' ya kadar gidip de flamenco izlemeden dönülür mü hiç, elbette izledik:)  bu gördüğünüz mekanda sahne almışlardı.. O ellerini ayaklarını nasıl kullanıyorlar vallahi hayret.

Güzel bir tatildi.. Starbucks en fazla uğradığımız, earl grey çayımızı içtiğimiz yerler arasındaydı:) Zira yemek konusunda biraz sıkıntı çektik:)

Bir de Sevilla'da bir çay cenneti dükkanından iki çeşit çay almıştık ki bayıldık aromalarına kokularına.. Özellikle Te Mil Flores çayı.. Normal çayımızı demlerken bir tuıtam da bundan atınca misler gibi bir tat ve koku veriyordu.. Bitirdik tabii, bilseydik daha çok alırdık dedik:) Ama diğer çay hala duruyor o da bitmek üzere, çayımıza birer tutam atıp kokusuyla tekrar gidiyoruz oralara:)

Veee bir uyarı gidecek olanlara, biz araştırıp da gittiğimizden başımıza gelen bu durumu okumuştuk o yüzden de  yemedik, siz de yemeyin :)

NOTUN DİBİ :

Barcelona merkezde  yanınıza yaklaşıp turistmiş gibi soru soran hırsızlar var.Biri gelip size soru soruyor, çetenin diğer elemanı da biraz ileride bekliyor hazırda ve biraz sonra çıkıp yanınıza gelip İspanyolca bir şeyşer söyleyip polis kimliğini çıkarıp gösteriyor:) O esnada eğer bunun bir oyun olduğunu okumadıysanız bilmiyorsanız orada telaşa kapılıp  konuşup oyalanırken soyuluyorsunuz:)

Neyseki biz okuduğumuzdan, dikkatli davrandık.. Adam gelip soru sorduğunda zaten huylanmıştık ki, biricik az ötede bekleyen adamı farketmişti, biraz sonra yanımıza gelip de kimlik de çıkarınca heeh dedik tam oldu, anladık ve gülerek bildik hikayeymiş  bu yaa diyip şaşkın bakışları arasında yürüdük gittik bir şeyşer kaptırmadan:)

12 Ara 2013

KAR TANEM

 
 

Mor bulutların ardında ellerinde aşk taneleriyle bekleşiyor melekler ve işte masal rengiyle kar, yumuşak yumuşak iniyor şehrime sevgili.. İncitmeden usulca öpüyor toprağı..
 
Birazdan akşam çıkagelir tüm endamıyla ve süzülür güneş semada nazlı nazlı kızıl duvağıyla .. Sonra sen düşersin aklıma gecemi süsleyenim..Kelimelerim takılır her bir kar tanesinin kanadına, uçup konar yürek pervazına sessizce.
 
Kapat şimdi gözlerini ve dinle, deli divane sevda rüzgarının önünde ve demli bir bardak çay eşliğinde;
Akşamın kızıllığı sinmiş gözlerine, yanıyor kırmızı.
Kardan adamı ısıtıyor tebessümün sevgili...!
 
Ey ruhumun duvarlarına en güzel desenleri çizen gönül ressamım, duyuyor musun kanat seslerini kalbimin? Sana geldim sevgili!
Bir çöl çiçeğinin susuzluğuyla geldim ve sen, çocukluğumun masum ellerinde yeşeren umut..
Can ver bana nefesindeki aşkla.. Sen bana sevda ol , sen bana hayat, sen bana can sevgili...
ve ben sana bir ömür sevgili...
 
 
Huzurlu, güzel, sıcacık bir parça size..
Dinlendiriyor insanı, güzelleştiriyor ruhu sanki.Ben öyle hissediyorum ya da..Bende müziklerin etkisi farklıdır biraz...

 

10 Ara 2013

SABAHIN KOKUSU



Sen hiç sabahın o mistik kokusunu duydun mu sevgili?
Hani şehir uykudayken daha. Güneş , hayatın yeni bir sahnesine hazırlerken kendini
Kuşlar doğayla muhabbetteyken..


Fırından yeni çıkmış bir ekmek kokusu gibi içine çektin mi hiç?

Kimine gül yaprağı kimine diken olmuşken yastıklar. Hayat henüz düşlerden arınmamışken
Visal ile firak arasındaki o sığ sessizliği işledin mi ruhuna nakış nakış?


Dokunabildin mi ağlayan bir çocuk yüreğine, peki ya gülümseyen gözlerine gizlendiğin oldu mu hiç, görebildin mi nice yıldızı sığınan gözlerine?
Bekleme keşfetmek için hayatı..! Sanma ki dökülür avuçlarına yaprak yaprak!

Hayat kendine " Yâr "dır ancak sevgili..!
....

Şehir uykudaydı. O eşssiz kokuyu çektim içime yine; sabahın kokusu..
Ben biliyorum o kokuyu.. Peki ya sen ,
Sabahın o mistik kokusunu duydun mu sen hiç sevgili?


9 Ara 2013

DİKKAT HIRSIZ VAR!

Gecenin bir vakti uykudan uyanıp bir hırsızla karşı karşıya gelmek en korktuğum durumlardan..  Öyle bir şey olsa ne yaparız acaba, ya da ne yapılmalı bilmiyorum. Kalkıp çığlık çığlığa bağırıp üstüne yürümek mi yoksa sessizce uyuyor rolü yapmak mı..Ne alıyorsa alsın yeter ki çıkıp gitsin hani dokunmadan zarar vermeden size.. Ama işte insan onu da yapamaz ki korkudan herhalde..

Cumartesi gecesi sabaha karşı evde bir sesle uyandım, aslında çok ince küçük bir ses..Bir iki dinledikten sonra hemen eşimi uyandırdım bu ses ne diye. İçerdeymişçesine öyle net geliyordu ki.. O da duydu, normalde kalkıp bakardık ama sesi dinledik önce, içeride birilerinin olduğu fikri müthiş ürkütücü, çok geçmedi üç dört dkika sonra bir gürültü kıyamet koptu yukarılardan. Bir bağrış boğuşma , bir irkilmişim ki yerimden, fırladık zaten, kalbim de fırladı ama..Paldır küldür bi koşuşturmaca apartmanda..Üst katlarda bi komşuya girmiş hırsız meğer, ama biz daha öncesinde tıkırtılarla uyandığımızdan o gürültüyü duyunca allaaaahh biride bizim evde herhalde düşüncesiyle, elim ayağım tir tir titredi, kalbim sancıdı korkudan.. Adamın bilgisayarını almış götürmüş, aman cana gelmesin de..

Bizim duyduğumuz tıkırtı da artık önce bizim kapıyı mı denedi açmayı olmadı, yoksa adamın kapısını açmaya çalıştığını mı duyduk bilmiyoruz..Evler kağıt gibi olunca, yukarıdaki komşunun lambasını açıp kapatma sesi bile duyulunca, bu da bir ihtimal dedik..
Dün gece ister istemez tedirginlik huzusuzlukla yatınca her ses irkilmeye yetiyor. Sabaha karşı bi siren sesi bi gürültü yine n'oluyor ne var diye birden açtık gözümüzü , sonra bi koku, pencereden bir baktık dumandan etraf görülmüyor, allah yanıyor muyuz dedik uyku sesemi, baktık  ki yan taraflarda bir yerlerde yangın çıkmış meğer, tam görülmüyor sesler duyuluyordu, epey uğraştılar. Herhangi bir can kaybı olmadı sanırım..
öyle işte..
Ben yine hırsıza geleyim, hırsızlara kesinlikle caydırıcı daha ağır cezalar verilmeli diye düşünüyorum... İnsana verdikleri korku, maddi manevi hasar, öyle kaçıp gidenler kadar öldürenler de var.. Ben gerçekten şu an ve hazırlanan yeni ceza halindedn de ağır olmalı diye düşünüyorum ısrarla.

6 Ara 2013

GÜMÜŞTEN ŞEHİR



Geceleri dünya ışıktan bir gömlek giyer uykudayken âlem.. Ay; bir gece lambası hayatın karanlık yüzüne..
Kiminin penceresinden yüzüne yansır, kiminin yüreğini aydınlatır uykuda.. Ve yüreğe düşen şua, tatlı bir huzurdur ruhta..

Ay.. Gümüşten bir vav şehri maverada; kuşların kanatlarını sitemsiz bıraktığı..

Diyor ki ötelerden bir ses: “Kıvılcımlar yanmakta !” Haydi durma, tarif et bana karanlığı !Ser gözlerime. Haydi Kanıtla!

Ve işte güneş, elif gibi doğrulmakta ufukta.. Tılsımlı bir gösterinin şimdi tam da ortasında, Ay’ın sevgilisi, altın renginde ışıldamakta.. Ve en güzel o anlatır sana karanlığı  “gündüzüyle..!”

 

3 Ara 2013

BİR GELİŞ'İN ANATOMİSİ

Ruhumun zerafeti biricik eşimden... 4 ve 5. maddeleri çok sevdim ben:)



İçindekiler:
1. Geliş
2. Ben ve Mazi
3. Yeni Ben
4. Sen ve İstikbal
5. Bundan Sonra
6. Credits

1. Geliş
Eveeet… İş yerinde sandalyeme gömülmüş bir halde tüm klavye romantikliğimle yazıyorum bu yazıyı. Konu senin ‘geliş’in. Önemli bir konu yani.

Ben senin gelişini anlatırken bana eşlik etsin diye söyleyecek şarkı arıyorum, Yalın’dan “İyi ki geldin, iyi ki buradasın” diye terennüm edesim geliyor en çocuk ve yanık sesimle ama sesimin yalın haliyle bile söyleyemiyorum. Belki “Kız Sen Geldin Çerkeş’den“ şarkısını söylerim ama o da tam uymuyor, hem söylemesi de zor... Zaten aklıma gelen hiçbir şarkı tam tercüman olamıyor ve susmayı seçeyim diyorum. Sonra fikir değiştirip Sezen’den “Hoş geldin” söylesem diye düşünüyorum ama fazla dram geliyor tınısı.

Uzun zaman beklenen sevgilinin gelişini düşünürken, duygular da karışıyor ve tamamen bırakıyorum söylemeyi. Basları içime kadar işlesin diye kulağıma iyice bastırdığım kulaklıklarıma bırakıyorum şarkı söylemeyi. Media Player’ın shuffle perisine de şarkı seçimini emanet ediyorum. Ama zaten fark etmez ki, istediğini çalsın. Her ne çalsa seni buluyorum, “Şarkılar seni söyler”, dilimde kulağımda nağme adın diye bağlıyorum.

2. Ben ve Mazi
Biraz kendimden bahsedeyim ki gelişinin manası daha iyi anlaşılsın. Nev'den “Efkarlı” bir şarkı çalıyor yazının bu satırlarında.
Bir insan kendi belirlediği ya da kendisine belirlenen hayatta “ya içindedir çemberin, ya da dışında yer alır”; benliği dışarıda varlığı içerideyse arada kalmışlığın acı tadını iliklerine kadar tadar. Ben de araflarla dolu yolumda çok çember karmaşası yaşamışımdır.

Sagopa'nın “Muamma”sını bir hafta içerisinde yüzlerce kere dinlemiş biri olarak diyorum ki muammaların bezediği bir yaratıktım. Çelişkiler vardı hayatımda ve yaşadığım o çelişkili hayatın felsefesini gereğinden bol miktarda yapan biri olarak savunduğum bir konuyu tam tersiyle de savunabilirdim. Bu da benim görünüşte olmayıp da içten içe çetrefilli yapımdı. Ruhum ve aklım depresyondaydı belki duygularımdan öte. Bunları çok anlattım kendime ve “Yazık ne mazi yazık, anlatmaya yoruldum”...
“Fade to Black”ların depresyon yüklediği zamanlar, Amy Lee’nin “Bring Me to Life” diye haykırışları ve daha neler neler… “Depresyondaydım”, hem de ne unutulmuşken ne de aldatılmışken.

Depresif anların çıkmaza giren düşünce boyutu, sonu başını tekrar tetikleyen bir zincirleme reaksiyon… Wally Brill’in “A Loop in Time”ı çalıyor ve yaşadığım zamanlardaki kısır döngülere haykırıyor.

3. Yeni Ben

Peki şimdi farklı bir kişi mi oldum? Hayır tabi ki, hala geçmişinde “Bir Dizi İz”i olan kişiyim. Hala araflarım var ve ruhum hala değişken frekans ve genlik içeren sinüs grafiği çizebiliyor. Ama artık o kadar da önemi yok bunların… Keane’nin dediği gibi “Everybody is Changing” ve ben de ruhumu aklımı değil belki ama bakış açımı ve önemsediğim şeyleri değiştirdim sanırım. Güzel bakan güzel görürmüş değil mi? Tecrübeyle sabitledim ben bu düsturu.

Dramların yalama yaptığı bir benliğin sahibi olarak hayatımdaki dramlarımdan arınışımın bünyeme yabancı gelişi karşısında şaşırmıyorum. Şaşırmam gerekir belki ama sanırım şaşkınlık çağlarımı geçeli çok oluyor.

Yeni güzeldir, cicidir ve her yeni ötekidir, var olan değildir dedim. Var olan ‘ben’den sıkılmıştım zaten. “Başka Türlü Bir Şey”di belki de istediğim. Aslında bu noktada bloglara sığdırılamayacak bir felsefeyle denebilir ki, insan her zaman başka türlü bir şey ister, her zaman... Bu insanın var olanla tatmin olmayan vicdanı, ruhu, duyguları, kalbi, aklı ve vücudu sayesindedir. Neticede var olan her şeyin özündeki hayat, insanın hiç bir unsuruna ve boyutuna yetmeyip ölüme dönüşmektedir insanın tatminsiz ahlakına boyun eğercesine. Ve sonrası insanın içine gömülmüş duyguların da arzuladığı son nokta, sonsuzluk... Garbage da diyor bunu, “The World is Not Enough”...

Ben de bu hayat sürecinde orada bir yerlerde mutluluğa giden yolu arıyordum. Belki bulutların ötesinde bir yerde, hayallerin gerçekleşeceği bir yer vardı uzaklarda. Sonra sen geldin… Şimdi gökkuşağının o kadar da uzaklarda olmadığını anlıyorum. Shuffle perisi benim için “Somewhere over the rainbow…” diyor duygularımı her tondan renklere boyayarak.

4. Sen ve İstikbal

Kendi küçük çemberimden dışına bakıp sana gelelim şimdi de. Şarkı değiştiriyorum burada, kıştan yaza, geçmişten geleceğe, benden sana ve oradan da bize gidiyorum. Media Player perisinden müsaade isteyip efkarlı tınılardan neşeli tınılara, daha önce günüme ışık katar belki umuduyla defalarca ve kerelerce dinlediğim “Another Sunny Day” şarkısına geçiş yapıyorum.

Her geliş bir başlangıçtır. Yağmur damlasının hayatı yere düşünce başladığı gibi; senin için de bu geliş, göğe doğru yükselecek yeni bir hayatın parçası olur inşallah.

Natasha Bedingfeld'in Unwritten'da söylediği gibi daha yazılmamış bir kitabın sayfalarını aralayacağın yeni bir geleceğin var şimdi önünde, geleceğimiz...

Al istediğin gibi yaz, çiz. Her sayfa bizim... Noktalama işaretlerini kendin belirle; nerede nokta koyacaksın sevmediğin şeylere, nerede soru işareti ile sorgulayacaksın olan biteni ve nerede üç noktayla duygulanacaksın sen belirle. Paragrafları sen ayır, pembe kelebeklerle kendin süsle kitabı. Ayıracı istediğin sayfada bırak ki istediğin noktadan devam edebilesin, ve tabi kitabın geri kalanından istediğin sayfayı yırt ki hikayeni bozan sayfalar oluşmasın. Yazan, çizen, resmeden ve çeviren sen ol o tertemiz kitabında. Tabi unutma her kitapta harf hataları ve basım yanlışları olur. “Hatasız Kul Olmaz” de mi... Ama bunlar asla hikayeyi bozmaz, tabi sen istemedikçe…

Aman ha, kitabında bana da yer ayır… Bensiz bölüm olmasın elinden geldiğince. Yazabildiğin kadar beni de yaz sayfalarında. Dip not da olsa, küçük puntoyla da olsa yaz sen. Bir kere ayrı kaldım senden ve bu süreçteki hislerimi Dünya üzerinde en çok dinlediğim şarkı en iyi şekilde ifade edebilir; Cranberries'den Empty, bir şey hayatımdan çıktı ve nereye gittiğini bilmiyorum diyor… Hayatınızdaki o eksik olan ‘şeyi’ ve arkasında bıraktığı ‘boşluğu’ anlatıyor. Bir zamanlar beni anlattığını düşündüğüm için profesyonel olarak dinlediğim bu şarkıyı artık sadece hobi olarak dinliyorum.

5. Bundan sonra

Gelişinden sonra çok şey değişti hayatımda. Benim ‘bundan sonram’ güzelliklere gebe, öncesinden farklı. Tam “No More Sweet Music” diyecekken, şarkılardan ümit kesecekken sen geldin.

“Enjoy the Ride” çalıyor şimdi de. Artık şarkıda dediği gibi, gölgelerin peşinden koşmak yerine yolculuğun tadına bakıyorum.
Artık, her gün neşeli şarkılar dinleyerek yaptığım zoraki tebessümlerimin beynimde oluşturacağı sahte mutluluk hormonlarına ihtiyacım yok.
Artık tiyatroda yan koltuğa kimin oturacağı belli, bir hayatlık kombine bilet ayrılmış durumda.
Artık Biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var, biriyle fena halde dertleşmeye…” dediğim her an yanımda 7/24 kadrolu Güzin Abla hazır olacak.
Artık “Sensiz Olmaz” çalıyor hayatımda, çalan onca güzel şarkı yanında...
“Artık kısa cümleler kuruyorum” çünkü gereksiz hayat felsefelerine o kadar da ihtiyaç duymuyorum.
Zaman zaman dilime doladığım “Tip of My Tongue” artık seni anlatıyor.
“Sen parmağıma bağladığım düğümümsün, yanımda taşıdığım aşk mektubum… Sen en sevdiğim şarkısın, her zaman dilimin ucunda…”

Ve tabi bundan sonra, yanımda olmadığın her yerde uzaksın bana, mesafeden bağımsız. Metre, yard, mil, santim, nanometre... Hepsi uzak. Belki kollarımı açarak kulaçla ölçüp uzaklığını, mesafeyi bir kucak dolusu ölçebilirsem yanımdasın diyebilirim sana. Ya da bir tebessüm uzaklığına tahammül edebilirim...

“Kelimeler yetse daha neler neler” anlatacağım da, TDK'nın kelime dağarcığı seni sana anlatmaya yetmiyor. Ben de noktalıyorum burada.
Yazıya son verip masamdan kalkarken yanaklarımda tebessümlerin, ruhumda sıcaklığın ve içimde sesin; sessizce mırıldanıyorum gene “Bir Şarkısın Sen…”, ömür boyu sürmesi duasıyla…

6. Credits

Yazımda bana eşlik eden tüm dostlara teşekkürlerimi borç bilirim. Hepsini aşağıda sıralamaya çalıştım. Yüreklerine sağlık. J